DİNİ HAYATIMIZDAKİ PARADOKSLAR

İnsan çok inişli çıkışlı bir mahlûk. Rahatlıkla dün ak dediğine bugün menfaati icabı siyah diyebiliyor. İnsanın bu kaypaklığını Kur’an nankörlük ve gerçeği örtme olarak tarif ediyor:

İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman daha önce O’na yalvardığını unutur ve Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar…” (Zümer, 8)

Önce aynaya, sonra da etrafımıza bakarsak gerçeğin ayette anlatıldığı gibi olduğunu görürüz.

Herhalde insandaki bu gidip gelmeler yüzünden hayatımız adeta bir çelişkiler yumağına dönüşüyor. Böyle olunca da bazı hadiseleri anlamakta zorluk çekiyoruz.

Bugün hayatımızda anlamakta zorluk çektiğimiz bazı tespitlerime dikkat çekmek istedim.

HACDA KİM KİMİ TAŞLIYOR?

İslam’ın farzlarından biri Hacca gitmektir ve bu ayet ile sabittir. Ancak ne hikmetse neredeyse her yıl şeytan taşlamada yüzlerce kişi ölüyor.

Mesela;

1994- Şeytan taşlama sırasında 270 hacı öldü.

1998- Şeytan taşlama sırasındaki izdihamda 119 kişi öldü.

2001- Şeytan taşlama sırasında 35 hacı hayatını kaybetti.

2004- Şeytan taşlamada facia: 244 kişi öldü.

2006- Şeytan taşlama sırasında ihdiham yaşandı: 345 ölü.

24 Eylül 2015: Mina’da şeytan taşlaması sırasında çıkan izdihamda 717 kişi öldü.

Şimdi ister istemez şunu sormak zorunda değil miyiz?:

“Bu nasıl bir ibadet ki her yıl yüzlerce Müslümanın ölümüne sebep olunuyor?”

Kur’an’ın bize öğrettiği İslam’a göre en kutsal olan şey insan hayatıdır ve ibadetler de insanın en mükemmel olması için Allah (cc) tarafından insanlara yapılması emredilmiştir. Haşa Allah’ın ibadetimize asla ihtiyacı yoktur. Allah (cc) Samed’tir. Samed, “Herşeyin kendisine muhtaç olduğu ama O’nun hiçbir şeye muhtaç olmadığı” sıfatıdır. O zaman bir ibadet yapıyoruz diye niye İslam’ca korunması emredilen insanları öldürüyoruz ki? Yapılan ibadet insan hayatından önemli mi?

Buna kendisini İslam âlimi olarak tanıtanların akli, mantıki, ilmi ve Kur’ani bir açıklama getirmesi lazım değil mi?

**

Gençliğimiz mücadelelere içinde geçti. Değişik gençlik grupları vardı. Kendilerini “Radikal İslamcı” diye tanıtan topluluklar da vardı ve kendilerini “Mücahit” olarak sıfatlandırmışlardı. Bunlarla bir araya geldiğimizde Türkiye’nin “Dar’ul Harp” olduğunu söyler ve “İslam devleti” olmadığını yüksek sesle haykırırlardı.

Aradan zaman geçti, bu mücahitler devlet erkini ele geçirdiler ve değişim de tam burda başladı. O kadar hızlı değiştiler ki takip etmemiz oldukca zorlaştı. O eski mücahitlerin hemen hemen hepsi (Birkaç istisna var elbette) şimdi ya müteahhit ya da her işe müsait hale geldiler.

Bir zamanlar bu durumu izah için şöyle bir deyim çıkarılmıştı:

“Mücahitlikte dört mertebe vardır:

1. Mücahit

2. Müşahit

3. Müteahhit

4. Her işe müsait.”

Geçenlerde böyle birinin iş yerine gittim. Yanında çalıştırdığı işçilere hakkını tam verip vermediğini, emrinin altındakileri yediğinden yedirip, içtiğinden içirip içirmediğini sordum. Keşke sormaz olaydım, öfkeli bir şekilde şunları söyledi:

“Kardeşim zaman değişti. Piyasa şartları belli. O dediğini yaparsak iflas ederiz.”

Yani o günün mücahitleri şimdinin abdestli kapitalistleri olmuş. Mücahitliği bırakmışlar ama namaza ve abdeste devam ediyorlar!

“Maun suresi sana bir şey hitap ediyor mu?” dedim.

“O sure kâfirler için indi.” deyip işi taca attı. Hâlbuki bir ayetin hususi inmesi hükmünün umumi olmasına asla mani değildir.

Namaz kılanlar yetimi itip kalkıyorsa, yoksula yardım etmiyorsa, başkalarının hakkını yiyorsa ayetin hitabı çok açık: “YAZIKLAR OLSUN O NAMAZ KILANLARA.”

Bu çelişkilerden ne zaman kurtuluruz dersiniz?

**

İslam hayat ile ölümü iç içe sayar. O yüzden Müslüman toplumların mezarlıkları bazen evinin önüdür, bazen yanı. Yani Müslüman kişi hayatın en büyük gerçeği olan ölüm ile hep iç içedir. Mezarlıklar evimizin yanındadır, mahallemizdedir. Bundan dolayı belki de yolumuz her gün mezarlıklara çıkıyor.

Bugün mezarlığa gittim, istisnasız her mezar taşının üzerinde “Ruhuna Fatiha” yazıyordu. Mezar taşlarına bunun yazılma sebebi mezardakilerin yaşayanlaran bir Fatiha bekledikleri inancıdır. Ölüler bir Fatiha’ya muhtaçtı, ancak acaba bu mezarlarda yatanlar yaşadıkları hayatta Fatiha’daki emirlere uymuş muydu? Ölmeden önce Fatiha’ya uymayan birinin arkasından okunan Fatiha onu kurtarmaya yeter mi? Dünyada iken Fatiha’daki hakikatlere sırtını dönmüş, Fatiha’yı tanımamış birini öbür tarafta Fatiha hatırlar mı?

Fatiha’nın öbür tarafta faydasını görmek isteyen ölmeden önce Fatiha’da anlatılan iman ve Kur’an hakikatlerine uymak zorunda değil midir?  Aksi halde elleri hep boş kalmaz mı?

**

Birçok dini sohbette veya arkadaşlar arasındaki muhabbetlerde sık sık gündeme gelen bir kavram var:

“Üç semavi din!”

Bu kavramı kullananlara, “Nedir bu üç semavi din?” diye sorduğumda da genellikle, “Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslamiyet”  diyorlar.

Peki, gerçekten böyle üç semavi din var mı?

İsterseniz bunun cevabını Kur’an’dan okuyalım:

“Allah katında tek din İslam’dır.” (Al-i İmran, 19)

“Sizin için din olarak İslam’ı seçtim ve onu kemale erdirdim.” (Maide, 3)

“İslam’dan başka din arayan bilsin ki o din asla kabul edilmez.” (Al-i İmran, 85)

Kur’an’a inanan bir insanın böyle bir çelişkiye düşmesinin tek sebebi var:

“Kur’an’dan uzak durmak, Kur’an’ı okumamak, anlamamak ve hayatın merkezine yerleştirmemek.”

**

Kurban yaklaştı ya; her gün onlarca mesaj alıyoruz:

“Kurbanını bize ver, sadakanı bize ver, zekâtını bize ver.”

Ülkemizde bir yardımlaşma derneği bolluğu yaşanıyor. Alan el, veren el, yardım eli, kardeş eli, dost eli vs. vs. Bu tür kuruluşların hemen hepsi vatandaştan zekât, fitre, sadaka, kurban, infak vs. istiyor. Bu işi samimi olarak yapanlar elbette vardır. Lakin yaşanan bazı hadiseler bu işlerde çok büyük istismarların yaşandığını ortaya koyuyor.

Kurbanı toplayıp kesmeyenlerden, zekât paralarını kendi şahsi menfaatlerine harcayanlara, sadakaları iç etmekten, infakları kendi yakınlarına, partililerine, cemaat ve tarikatlarına verenlerin varlığı ister istemez bizi bazı tedbirler almaya mecbur kılmıştır. Tecrübelerime ve yaşadıklarıma bakınca artık şöyle diyorum:

“Her ne ad altında olursa olsun sizden Allah adına para, zekât, kurban, infak vs. vs. isteyenlerden uzak durun. Zekâtınızı, sadakanızı kendi ellerinizle yakınlarınızdakilere ulaştırın. Kurbanlarınızı kendiniz kesmeye çalışın. Sizden bunları yapmak için para isteyenlerden uzak durun. Ayetin ifadesiyle sizden bir şey istemeyenlere yanaşın. Çünkü Kur’an’da Resullerin vasıfları, ‘Onar yaptıkları karşılığında kimseden bir şey istemezler.’ Şeklinde tarif edilir. Madem âlimler Resullerin mirascısıdır; o zaman sizden her zaman bir şey isteyen âlim kılıklılara itibar etmeyin.”

**

Eskiden çok ihlaslı insanlar tanıdım ama hepsinin ortak noktası fakir olmalarıydı. Bu ihlaslı insanların çoğunun zenginleşince ihlastan uzaklaşmaları bende şu kanaatin yerleşmesine sebep oldu:

“Eskiden tanıdığım ihlaslı insanların ihlası meğersem parasızlıktanmış!”

Malum özellikle tasavvuf ve tarikat çevreleri de müritlerine “Bir hırka, bir lokma.” Diyerek fakirliği telkin etmektedir. Bunu kürsülerde anlatan hocalar da Resullerin fakirliğini anlatıp, insanları adeta fakirliğe çağırmaktadırlar. İşin ilginç yanı Müslümanları fakirliğe çağıranların kahır ekseriyeti dini kullanarak Karun gibi zengin olmaktadırlar.

İslam çalışmayı, helalinden kazanmayı ve bunu hak yolda harcamayı teşvik eder. Bir lokma bir hırka anlayışı Hint felsefecilerinin, tasavvufcuların, tarikatların müritlerini uyutmak için uydurdukları bir faraziyedir. Müslüman zengin olacak, zekât verecek, infak edecek, sadaka dağıtacak, hayır hasenat yapacak, kurban kesecek. Çünkü Kur’an’daki İslam bunu emrediyor.

Kur’anı öpüp başına koyan ama emir ve yasaklarını çiğneyenlerin çoğunlukta olduğu bir topluma bu gerçekleri anlatmak çok zordur ama mü’min zoru başaran kişidir. Bizim inancımız durmadan, bıkmadan, usanmadan Kur’ani hakikatleri anlamak, yaşamak ve başkalarına anlatmayı telkin eder.

DURMAK YOK; KUR’AN’I ANLAMAYA, ANLATMAYA VE YAŞAMAYA DEVAM..

BU CADDE ÇIKMAZ SOKAK!

Türk tarihinin en karanlık örgütlerinden biri olan FETÖ ile mücadele o kadar sulandı ki, inanın artık FETÖ hakkında birşey yazasım gelmiyor.

Ne hikmetse Pensilvanya’da resmi olan bakan, başkan, vekil, rektör, dekan, vs. yapılıyor! Bu çelişkili durum karşısında ister istemez kendi kendime sorduğum gibi herkese de soruyorum:

“O zaman biz hayatımızı ortaya koyarak neyin mücadelesini veriyoruz?”

Öyle ya, bir yandan FETÖ’nün bir terör örgütü olduğunu bütün dünyaya ilan ediyoruz, sonra da devletin en kritik noktalarına geçmişinde FETÖ ile iltisakı çok açık olan insanları getirebiliyoruz!

Acaba bunu yapanlar geçmişi FETÖ ile keşismeyen insan mı bulamıyorlar?

**

Bu makaleyi yazdığım gün “Babalar günü” imiş! Kapitalist sistem ürettikleri satmak için durmadan analar günü, babalar günü, sevgililer günü, vb. günler icat edip tüketim çılgınlığını teşvik ediyor. Kapitalist sistemin bunu yapması doğası gereğidir diebiliriz. Ya israfa, savurganlığa, tüketim çılgınlığına karşı olan Müslümanlar niye bu modaya uyuyor dersiniz?

Cevabını ben vereyim isterseniz:

“Bizi yaratan ve yarattıktan sonra başıboş bırakmayarak bize kullanma kılavuzu olarak gönderdiği Kur’an’ı hayatımızın merkezine koymadığımız için İslam dışı bütün sistemler hayatımızı yönlendiriyor.”

Bu aslında Müslüman için içinden bir an önce çıkması gereken bir gayya çukurudur.

**

Yine yaz geldi ve ne yazık ki kadınlar adeta çıplaklık yarışına girdi. Ar damarını çatlatacak kadar açık giyinen kadınlarımızı ve kızlarımızı gördükçe “Galiba ahir zaman” diyesimiz geliyor.

Kadınların dikkat çekmek için cinselliklerini sergilemeleri normal mi? Psikiyartlar bunun asla normal insan davranışı olmadığı söylüyorlar.

Prof. Nevzat Tarhan, “Cinselliğin sergilenmesi kadının zaafıdır. Bunu frenlemesi ise kadının olgunluğunu ve bilgeliğini göstergesidir.” Diyerek meseleye dikkat çekmektedir.

Bugün ne yazık ki sokaklarımız yatak odasından da öteye geçmiştir ve bu Müslüman Türk toplumu için kaldırılacak bir yük değildir. Durumun vehametini 1974’te kaleme aldığı “Destan” isimli şiirinde Necip Fazıl şöyle tasvir eder:

“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!

Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:

Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,

Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,

Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;

Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!

Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum;

Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum!

Bir şey koptu içimden, şey, her şeyi tutan bir şey,

Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey;

Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,

Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.

..

Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;

Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?

Sokakta adeta yatak odasında gezer gibi giyinen kadınları bu gerçekler ışığında bir kez daha düşünmeye davet ediyorum.

**

Burdur’da Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi öğrencileri, mezuniyet töreninde “Necmettin-Aybüke olup, Erenler yetiştireceğiz. Bir ölür, bin diriliriz.” yazılı pankart taşıyarak yürüdüler. O güzel yürekli öğretmenlerimizi bütün samimiyetimle alkışlıyorum. Bir toplumda namuslular namussuzlar kadar cesur olmazsa o toplumda huzurlu bir hayat yaşanmaz.

PKK denilen şeytani örgüt kırk senedir içlerinde çocukların, öğretmenlerin, kadınların, askerlerin, polislerin, sivil insanların olduğu onbinlerce insanımızı katletti. Bugün ne yazık ki yapılan bunca katliamlar hiç yaşanmamış gibi, üç beş oy uğruna bu katil örgütle işbirliğine yeltenen vatan, millet, bayrak bilmez ama bunları istismar eden çok alçaklar, hainler var.

Bu gerçekler ışığında Burdur’daki öğretmen adaylarının bir pankart yaparak “Necmettin-Aybüke olup, Erenler yetiştireceğiz. Bir ölür, bin diriliriz.” Demeleri çok anlamlıdır ve namuslu insanların artık eslerini yüksekçe haykırmaları zamanının geldiğini ve hatta geçtiğini göstermektedir.

**

CHP’nin 24. Dönem Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’ın, “Sezgin Tanrıkulu, TR 705 koduyla çalışan CIA ajanıdır.” Şeklinde tarif etitği CHP milletvekili hepimizin gururu, ülkemizin yüzünü güldüren, İHAlar ve SİHAlarla düşmana korku salan Selçuk Bayraktar’ı iktidara gelmeleri halinde yargılayacakmış!

Bu ahlaksıza, bu densize Türk milleti olarak cevabımızı mutlaka vermeliyiz. Aksi halde bu türlere cesaret vermiş oluruz.

Bu densiz gibi düşünenlere de yüksek sesle, “Selçuk Bayraktar’ı anlamak için evvela bu vatana, bu bayrağa, bu millete, bu devlete, bu topraklara sevdalı olmalısınız. Bunu yapmadığınız müddetçe selçuk bayraktar’ı anlayamazsınız. Densizliği ve dinsizliği bırakın. Bu milletin her ferdi bir selçuk Bayraktar’dır ve sizing ibi hadsizlere haddini bidirmekten asla çekinmez.” Demeliyiz.

**

Son dönemlerde ülkemizde geçici sığınmacı statüsünde olan Suriyeliler üzerinden ucu dış isthbarat örgütlerinde olan bir dezenformasyon sergilenmek isteniyor. Bunun üç beş oy için yapanlarını gaflette sayarız ama başka ülkelerin istihbarat örgütleriyle işbirliği yapanlar Türk milleti nezdinde haindir ve cezalarını er veya geç çekeceklerdir.

Bu vesile ile bugün gazeteleri okurken dikkatimi çeken bir hadiseyi sizinle paylaşmak istedim. “Suriyelileri ülkelerine geri göndereceğiz.” Diye yaygara yapan ve bunun üzerinden oy devşirmeye çalıştığı çok açık olan İp Genel başkanı Meral Akşener’in oğlunun, bir dernek bünyesinde, “Suriyelilere Türkiye’de kendi işlerini kurma” dersi veriyormuş.

**

Öteden beri politikacıların söylemleri ile eylemlerinin birbirini tutmadığına artık milletimiz iyice alıştı. Hatta bu ikiyüzlülük acayip biçimde kanıksandı. Politikacılar iktidar veya yerel seçim öncesinde verdikleri vaatlerin ne hikmetse koltuğa oturunca ya unutuyorlar ya da tam tersini yapıyorlar.

Politikacılaın bu tür çelişkili hallerini anlatan kitap yapsak herhalde ciltlerle ancak ifade edebiliriz. Bu hususta parti ayrımı yapmadan binlerce örnek mevcuttur. CHP’li bir politikacı olan Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun bir vaadini hatırlatarak meseleyi noktalayalım: “Seçim öncesinde elektirik ve suyu bedava yapalım.” Bunu diyen Çerçioğlu, su parasını ödemeyen 16 bin kişiye karşı haciz işlemleri başlatmış!

**

İktidar her zaman yıpratıcıdır. İktidarların yaptıkları iyilikler millet tarafından sıradan vazifeleri olarak görülürken yaptıkları yanlışlar hanelerine büyük harflerle yazılır.

Ak parti 20 küsür senedir iktidarda bulunuyor. Şüphesiz güzel hizmetler de yaptılar. Ancak özellikle Milli Eğitim, kültür, şehircilik ve Aile konularında sınıfta kaldıklarını kendileri de itiraf ediyorlar.

Son yıllarda sınıfta kaldıkları bir mesele de ekonomi oldu. Ak Parti serbest piyasa ekonomisini savunduğu için döviz dâhil birçok şeye müdahale etmemeyi esas almıştır. Son zamanlarda yaşanan dövizdeki iniş çıkışlara çok zorda kalmadıkları müddetçe (daha çok çıkış demek daha doğru) müdahale etmemeleri bu anlayıştan kaynaklanmaktadır.

Son yıllarda hemen her şeye gelen zamlara müdahale etmemelerinin sebebini de Ak Partililer serbest piyasa ekonomisine dayandırmaktadırlar. Ancak bazen öyle icraatlara imza atıyorlar ki, eminim bunu kendileri bile izah edemiyordur. Bu hadiselerden biri de ülkede resmi enflasyon % 73 olarak açıklanırken ve gerçekte bu enflasyon % 300leri aşmışken hükümet ev kiralarına müdahale ederek % 25 ile sınır getirmesidir. Bunu hangi mantıkla yaptığını inanın kimse izah edemiyor. Bu yasa ev sahipleri ile kiracıları arasındaki kavgaları teşvik ettiği gibi evini ucuz kiraya vermek istemeyen ev sahiplerini kayıt dışı yollara itecektir. Eminim Sayın Cumhurbaşkanı bu yasayı veto eder de Ak partililer nasıl bir mantıksızlık içine düştüklerinin farkına varırlar.

Ev kiralarına müdahale eden hükümet ne hikmetse doktorların boykotuna, dolaylı iş yavaşmalarına el atmıyor. Doktor, asker, polis greve gider mi? Ya grevde iken birileri ölürse, sorumlusu başta hükümet olmak üzere doktorlar olmaz mı? Madem kiralara müdahale ettin, buyur doktorlara da grev ve iş bırakma yasağı getir.

**

Ak Parti iktidarını yıkmak için bir araya gelen 6’lı masa mensupları, bunu başaramayacaklarını anlamış olacaklar ki olmadık saçmalıklara imza atmaya başladılar.

Bu saçmalıklardan bazılarını şöyle özetleyebiliriz:

“İktidar olmaları halinde mahkemelerce cezalandırılan teröristlerden Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın salıverileceklermiş.

Kanun hükmündeki kararnamelerle (KHK) devletten atılan ve çoğu hapse giren FETÖ’cü teröristleri serbest bırakıp hepsinin yeniden devletteki vazifelerine geri göndereceklermiş.

HDPKK oylarını kaybetmemek için açık biçmde dinlendirmeselerde  teröre karşı verilen mücadeleyi gevşeteceklermiş.”

Bunların hepsi bu millete, vatana, tarihimize, bayrağımıza ihanettir. Üç beş oy uğruna bunları iddia etmenin cezasını bu milletin size sandıkta çok açık biçimde vereceğine inanıyorum.

**

Gezi olayları sırasında üç beş ağaç kesileceğini iddia edenler ülkeyi yakıp yıkmış ve milyarlarca zarara uğratmışlardı. Üç beş ağaç üzerinden yaygara yapan bazı soysuzlar ne hikmetse İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekiplerinin, Emirgan Korusu’ndaki 54 dişbudak ağacını testereyle kesmesi karşısında hiç seslerini çıkarmamışlardır. Yine CHP’li İBB’nin Çırağan’daki asırlık çınarları tek tek kesmelerine karşı da sesleri kısılmıştır. Bütün bunlar gösteriyor ki bu soysuzların esas maksadı ağaç değil, ağaç üzerinden ülkemize operasyon çekmektir.

İsterseniz bu soysuzlara bir şey hatırlatalım:

FETÖ denen şeytani yapı da dersaneleri vs. bahane ederek darbeye kalkıştı ama bu millet darbecileri donlarıyla beraber açıkta bıraktı. Siz de FETÖcüler gibi donlarınızla açıkta kalmak istemiyorsanız kıytırık gerekçelerle bu ülkeye ihanet etmeyi bırakın.

BU KAFAYLA FETÖYÜ BİTİREMEYİZ!

FETÖ hakkında o kadar çok şeyler yazılıp çizilmesine rağmen bu Sofistike (yanıltıcı, karmaşık, içiçe geçmiş, aldatıcı) örgütün tam anlamıyla anlaşılmadığını düşünüyorum. Çünkü yazılan ve çizilenlerin kahır ekseriyeti birbirinin tekrarı, bilinen şeyler ve yüzeysel bilgelerden oluşuyor. Yine FETÖ denen şeytani yapıyı yazmaya çalışanların çoğu da 17/25 Aralık 2013 tarihine kadar bu yapıyı överek göklere çıkaranlardan oluşturuyor. Bu şeytani yapıyı derinlemesine bilenler ise bizzat devlet ve hükümet eliyle ve itibar suikastına maruz bırakılarak adeta ekarte edildi vaziyettedir.

17/25 Aralık tarihinden sonra FETÖ’nün ihanet örgütü olduğunu öğrenenlerin bu örgütüngeçmişteki karanlık yapısıyla ilgili bilgileri yüzeysel olduğu için uluslararası istihbarat örgütlerinin ortaya çıkarıp dizayn ettiği bu şeytani yapıyı sadece emniyet ve yargı yöluyla bitirileceğini zannettiler. Hâlbuki bu yapılanmanın temelleri en az kırk yıl önce atılmıştır. Yapılanmada kullanılan argümanların tarihi ise tâ Hasan Sabbah’a kadar uzanmaktadır.

Allah ile aldatmayı kendine prensip edinen FETÖ, kırk senedir devletin en kılcal damarlarına sızdı, orada ağını kurdu. Militanlarının deşifre olma ihtimalini göz önüne alarak çoğu kurumda hücre tipi yapılanmaya gitti. Bu sayede özellikle 15 Temmuz sonrası deşifre olan militanlarının yerini deşifre olmayan ve çoğu, Atatürkcü, Nurcu, Milli görüşcü, Tarikatçı vs. maskelerle kendilerini gizleyen kripto Fetöcüler aldı. Bu sebeple birçok kurumda FETÖ ile mücadele ya sulandırıldı ya da tam tersine çevrilmeye başlandı.

FETÖ’den hakkında soruşturma açılan ve tutuklanan militanlar darbe davaları hariç diğerlerinden kendilerine verilen3-5 yıl cezaları yatarak dışarı çıktılar ve mücadelelerine kaldıkları yerden devam ediyorlar. Bununla alakalı ülkenin her yerinden değişik yeniden yapılanma haberleri duyuyoruz. 2019 yılında bizzat Emniyet Genel Müdür yardımcısı bir açıklama yaparak FETÖ’nün yeniden yapılandığını duyurmuştu. Aradan geçen zamana rağmen bu yeniden yapılanma çalışmaları durmadığı gibi son zamanlarda hız kazandı. FETÖ özellikle üniversitelerde ve esnaf arasında yeniden örgütleniyor. Örgüt militanları birbirlerine yardım için ellerinden geleni yapıyor. Dışarıdaki örgüt üyeleri cezaevlerine girmiş militanlara ve dışarıdaki yakınlarına yardım etmek için paravan şirketler, marketler, yardım teşkilatları kurarak faaliyetlerini kaldıkları yerden sürdürüyorlar.

Ne yazık ki Emniyet ve yargıdaki bir kısım vatansever insanların canla başla yürüttükleri bu mücadele çoğu kez özellikle yargı içindeki kripto FETÖcüler tarafından akim bırakılıyor. İzmir Adliyesi’nde görevli bir Cumhuriyet Savcısının FETÖ’den yargılan bir militanının tahliye edilmesi için verdiği mütalaasında Kur-an’ı Kerim’deki bazı ayetleri kullanarak engizisyon mahkemelerine atıf yapması kripto FETÖcülüğün hangi boyutlarda faaliyetlerini sürdürdüklerinin en çarpıcı örneğini oluşturuyor. İzmir Başsavcılığı’nda terör suçlarına bakan 2. Ağır Ceza Mahkemesi savcısının tutuklu olan örgüt yöneticilerinden birinin tahliyesi için verdiği 14 Mart 2022 tarihli mütalaa, yalnızca FETÖ üyesinin tahliyesini istemekle kalmıyor, âdeta örgütün tüm suçlarını aklıyor.

Zikredilen savcıya göre 15 Temmuz’da sadece darbeciler yargılanmalıymış. Darbeye fiili olarak katılmasa da destek verenlerin yargılanması ceza hukukuna göre uygun değilmiş. Bu savcı mütalasında aynen şunları söyleyebiliyor: “15 Temmuz 2016’da devlete karşı girişilen ve belki 4-5 bin kişinin irade ve teşebbüs ettiği ihtilali, arkadaş ve taraftar olsa bile 4-5 milyon kişiye, yani yetişkin nüfus olan 30-40 milyonun, yüzde 15’ini terörist ilan etmek ve devletin hasmı haline getirmenin Ceza Kanunu’na aykırıdır. Afrika’da dişi sivrisinek türü sıtma mikrobu yayıyor diye; zarar verdiklerine dair hiçbir delil olmayan, diğer yerlerdeki çoğu masum ve insana faydalı, tüm sinekleri öldürmek gibi zalimane bir davranıştır. Hukuk devletinde kolektif ceza sorumluluğu kabul edilmez. FETÖ elebaşının, TSK’daki bazı unsurlarını iğfal ve dünya hırs ve emellerine alet etmekle; 15 Temmuz 2016’da devlete karşı girişilen ve belki 4-5 bin kişinin irade ve teşebbüs ettiği ihtilali, arkadaş ve taraftar olsa bile 4-5 milyon kişiye, yani yetişkin nüfus olan 30-40 milyonun, yüzde 15’ini terörist ilan etmek ve devletin hasmı haline getirmenin Ceza Kanunu’nun 1. maddesindeki toplum barışını koruma amacına aykırı olduğu kanaatiyle; delil durumu ve sanığın menfur ihtilale teşebbüs suçunu bizzat işlediğini veya anılan suçu işleyenlere asli fail/doğrudan doğruya birlikte işleyen olarak veya azmettiren ya da suçun işlenmesi için yardım eden sıfatıyla hareket ve bu suretle de iştirak ettiğini kabule yeterli olmadığından, tutukluluğa itirazın kabulü ile mütalaa olunur.”

Kripto olduğu çok açık olan bu savcının verdiği mütalaa bana Ankara’da görülen ve benim de tanık olarak bulunduğum FETÖ Çatı Ana davasında yazılan gerekçeli kararı hatırlattı. O kararda da “FETÖ’nün gayesinin İslami bir devlet kurmak olduğu” yazılmıştı.

FETÖ’yü tanımayanların bu şeytani yapının sadece emniyet ve yargıdaki mücadelelerle biteceğini zannediyor olmaları tam anlamıyla bir faflettir. Çünkü FETÖ çok boyutlu, çok stratejili, uluslararası istihbarat teşkilatlarının labaratuarlarında üretilen ve tatbikata konan bir örgüttür ve siyasi, sosyal, kültürel, İslami vb. yönlerde çok ciddi yaılanması vardır. Bu yönler ihmal edilerek sadece emniyat ve yargıdaki mücadelelerle böyle bir örgütün biteceğini iddia edenler bu örgütün kripto elemanlarından başkası olamaz. Zira dikkati sadece emniyet ve yargıya odaklayarak özellikle örgütün üniversitelerde, diyanette, STK’larda, esnaf arasında ve diğer stratejik devlet kurumlarında örgütlenmeleri perdelenmektedir.

Bugün birçok mahkemede FETÖ’nün yeniden yapılanma davaları sürmektedir ve bu suçların tarihleri 2020li yıllardı. Yani 15 Temmuz darbesinin başarısız olması bile bunların örgütlenmelerine set çekememiştir. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da, Fetullahçı Terör Örgütü’nün ‘güncel üniversite öğrenci yapılanmasına’ ilişkin 37 öğrencinin yargılandığı bir davanın görülmesi medyada yer almıştı. Bu davada yargılanan FETÖ militanı öğrenciler ne mi yapmış; buyrun iddianameden beraber okuyalım:

“Şüphelilerin, örgütün güncel talebe yapılanması içerisinde örgüt evlerinin koordinasyonu, kira ve faturalarının ödenmesi, örgütsel videolar izlenmesi, Telegram, Flipboard ve Lithium gibi internet tabanlı programlar üzerinden örgüte müzahir kitapların dijital olarak okunması faaliyetlerinin bulunduğu tespit edilmiştir. Öğrencilerin örgüte kazandırılması, iletişimde örgütsel gizliliğe riayet için Falcon benzeri programların kullanılması talimatlarının iletilmesi gibi faaliyetlerin üst katmanında yer alan sorumlu düzeyde şahıslar oldukları tespit edilmiştir. FETÖ’nün bilhassa 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra kendisine yönelik girişilen haklı ve özverili mücadeleye rağmen örgütü diri tutmak, örgüt elemanlarını konsolide etmek, örgütün çözülmesini veya dağılmasını engellemek adına özellikle güncel öğrenci evleriyle de hiç durmaksızın faaliyetlerine devam ettiği görülmüştür.”

FETÖ’nün bu militan öğrencileri yargılayan Mahkemenin görülen duruşmasındaki kararında yer alan şu ifadeler de belki bunca yaşananlara rağmen hala uyuyan birilerinin uyanmasına vesile olur diye paylaşmak istiyorum:

“Sanıklara isnat olunan suçun vasıf ve mahiyeti, örgüt içinde kod ismi kullanmaları, haklarındaki tanık ifade ve teşhisleri, sanıkların örgütün gizli yazışma programını kullanmaları, yasada gösterilen olası cezaların sınırları, mevcut delillerin sanıklar hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgu olarak kabul edilerek bu durumun kuvvetli suç şüphesinin varlığının bu açıdan halen devam ediyor. Bu açıdan sanıkların tahliye taleplerinin reddi ile sanıklar hakkında tutukluluk hallerinin devamına karar verildi.”

Son zamanlarda FETÖ’nün mahrem imamına Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesinin skandal bir kararla tahliye vermesi de anlattığımız tehlikelere örnek teşkil eden önemli gelişmelerdendir. FETÖ’nün TSK’daki yapılanmasına yönelik soruşturma kapsamında tutuklanan “Ömer” kod adlı mahrem imam, 14 Aralık 2021’de Gaziantep’te yakalanarak gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı. FETÖnün askeri mahrem yapılanması içinde yer aldığını bizzat davadaki itirafcılar anlatmıştı. Ankesörlü telefon kartı ve cep telefonunun HTS analizleri de bu militanın mahrem imam olduğunu ispatlıyordu. Böyle bir militan bile ceza almadan tahliye edilebiliyorsa durumun vahametini artık siz düşünün!!!

Bugün ne yazık ki Sayın Erdoğan ve birkaç gayretli insanı saymazsak Ak partililer FETÖ ile mücadeleyi ya görmezden gelmekte ya da bilerek görmemekte ve ilgilenmemektedir. Ak Partili birçok il, ilçe yöneticisine “FETÖ ile nasıl bir mücadele içindesiniz?” şeklindeki soruya şimdiye kadar olumlu bir cevap alamadığımı da üzüntüyle belirtmek istiyorum. Bugün Cumhurbaşkanın arkasına sığınarak bulundukları makamlarda hala FETÖ’ye hizmet eden kripto fetocu bürokratların varlığından söz edilmesi de çok acıdır ve bu mücadelede can verenlerin ve yaralananların ruhlarını incitektedir

Acı bir durumda FETÖcü kripto bürokratların kamu kurumlarında vatansever memurlara yaptıkları zulümlerin artarak devam etmesidir. FETÖ liderinin kripto militanlarına, “Devlet dairelerinde bizden olmayanları FETÖcü diye ihbar edin. Bizimle savaşanları da her fırsatta dava ederek bıktırmaya çalışın ki bizimle mücadele etmekten vazgeçsinler vb.” şeklindeki talimatlarına uyan FETÖcüler, devlet kurumlarında bir yandan at izinin it izine karışmasına sebep olurken diğer yandan da bir mağdur algısı oluşturmaktadırlar. FETÖnün bu alanda uyguladığı taktikler arasında, bitirmek istedikleri kişiyi akıl sağlığı için hastaneye sevk ettirmek, iftira ve hakaret davası açtırmak, hukuka aykırı disiplin cezası ile memuriyetten çıkarma cezası verdikmek, kumpas kurarak hapse attırmak, itibar suikastlarına maruz bırakmak, uzun süre adli kontrol altında bulundurarak yıldırmak, adli, idari soruşturma açtırmak gibi uygulamalar mevcuttur. Ne yazık ki FETÖcü Kripto militanlar devletin kritik kurumlarından temizlenmediği müddetce bu tür zalimliklerin sonunun gelmesi ve algı operasyonlarının son bulması mümkün görünmemektedir.

FETÖ yukarıda özetle bahsettiğim faaliyetleri yaparken siyasi yapılanmasını da asla ihmal etmemektedir. Bugün bazı partilerin iktidar olmaları halinde bütün KHKlıları geri döndüreceklerine dair açıklamaları FETÖnün siyasi ayağının hala dipdiri olduğunu açık biçimde göstermektedir. Zaten birkaç istisnayı saymazsak FETÖnün siyasi kanadına şimdiye kadar ne hikmetse bir operasyon yapılmamış, bu sebeple hem itkidar partilerinde hem de diğerlerinde FETÖnün kripto siyasileri faaliyetlerine hızla devam etme fırsatı bulmaktadırlar.

MİT TIR’ları kumpası hakkında CHP’nin eski İstanbul Milletvekili ve Genel Sekreteri Mehmet Sevigen, “Adana’daki MİT TIR’ları belgelerini Enis Berberoğlu’na kim verdi? Kemal Bey götürdü o belgeyi verdi.” Diyerek FETÖ’nün MİT TIR’ları kumpası hakkındaki görüntülerin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından Enis Berberoğlu’na verildiğini itiraf etmesine rağmen hala bu hususta bir soruşturma açılmaması da dikkat çekmektedir.

FETÖ ile mücadeleyi sulandıran önemli bir alanda “FETÖ borsasının” çok iyi çalışmasıdır. Ne yazık ki medyayada onlarca örneği yansıdığı gibi devet erkinin bazı kısımlarını elinde tutanlar parası olan FETÖcüleri para karşılığı argılanmalarını önlemektedirler. Bu bizzat Şamil Tayyar gibi iktidar yanlısı birkaç vekil tarafından da itiraf edilmiş ve tehlikeye dikkat çekilmişti. FETÖ borsasının halen devam etitğine dair birçok duyurar almaktayız. Mesela sadece Fettah tamince’nin nasıl FETÖ yargılanmalarından kurtulduğunu incelerseniz bu sistemin nasıl işlediğini bütün açıklığıyla görebilirsinz.

FETÖ ile mücadele bir siyasi parti meselesi olamaz. FETÖ kırk yıl önce bu milletin önünü kesmek isteyen küresel çeteler tarafından organize edilen bir şer şebekesidir ve ülkemiz için PKK’dan daha tehlikeli bir yapılanmadır.

Dikkat edilmesi gereken en önemli alanlardan biri de özellikle 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi sonrası fetocular hakkında verilen tüm takipsizlik, beraat, tahliye kararlarının HSK müfettişleri tarafından titizlikle incelenmesidir. Çünkü yargı içindeki kripto FETÖ militanları fırsatını buldukları her zaman ve zeminde örgüt mensuplarını kollamakta ve lehlerinde karar vermektedir ki; geçmişte bunu açık yapanların birçoğunun deşifre olduğuna ve tutuklandığına şahit olduk.

Şimdilerde bir de yeni bir hastalık türedi. O da FETÖcülere merhamet hastalığıdır. FETÖ yıllarca bu milletin evlatlarına acımadan kumpaslar kurarak cezaevlerine gönderdi, meslekten attırdı, olmadık iftiralarla nice insanların hayatıın karmasına sebep oldu. Bunların baskılarına dayanamayarak intihar edenlerin varlığını herkes biliyor. 15 Temmuz’da acımadan 251 vatandaşımızı şehit eden, 2300 vatandaşımızı yaralayan bu katil örgüt mensuplarına merhamet etmek bana göre bir akıl tutulmasıdır. Kimse kusura bakmasın ama bu kanlı ve acımasız örgütün yaptıkları unutularak onlara karşı merhamet duygularını kabartanların krpto FETÖcü olduklarından asla şüphe etmem. FETÖ silahlı ve kanlı bir terör örgütüdür. Bu örgütü ve mensuplarına bırakın merhamet etmeyi savunmak bile mevcut kanunlarımıza göre suçtur.

İşin en acı tarafından biri de devletin, hükümetin FETÖ ile canı pahasına mücadele edenlere sahip çıkmaması olmuştur. FETÖ ile mücadele edenler ne yazık ki yalnız bırakılmıştır. FETÖ’yü deşifre edenler, elindeki bilgileri savcılıklarla, emniyetle paylaşanlar ise değişik vesilelerle suçlanma yoluna gidilmiş, bu hususta birçok mağduriyetler yaşanmış ve hala da yaşanmaktadır.

Bir kez daha altını çizerek tekrarlıyorum ki; binlerce FETÖcü 3-5 yıl ceza aldı, cezaevinde militanlaşarak dışarı çıktı ve kaldıkları yerden ihanetlerine devam etmektedirler. Bugün ne yazık ki kurumlarına el konulduğu için FETÖnün bitirdiğini sanan akılsızlar var. Bu şeytani örgüt kurumları olmadan da şekil ve strateji değiştirerek varlığını sürdürmeyi becerebilmektedir.

20 senedir söylediğim gibi yine tekrarlıyorum:

FETÖ sadece emniyet ve yargı kanalıyla yapılan mücadele ile asla bitirilemez. Devlet ve millet el ele vererek İslami, siyasi, kültürel, sosyal, ekonomik, eğitim, emniyet ve yargı alanlarında geliştirilen sistemli bir mücadele stratejisi ile sistemli bir mücadele ile biter. Bunun sonuçlanması da yıllar alabilir. Bu açıdan bugün, “FETÖ ile mücadele bitti. Yenildiler vs.” gibi açıklama yapanlar gafletle bunu söylemiyorlarsa kesinlikle kripto FETÖ militanıdır. PKK ile nasıl kırk senedir büyük bir mücadele verilmesine rağmen tam anlamıyla bitirilememişse ondan daha Sofistike, daha aldatıcı ve İsamiyet’i kendine maske edinen bu şeytani yapıyı tam olarak bitirmek için yıllarca ciddi olarak mücadele şarttır.

Allahını, vatanını, bayrağını, milli ve manevi değerlerini seven herkesi bahaneleri ve aymazlığı bırakıp FETÖ denen şeytani örgütle mücadeleye çağırıyorum.  

HER ŞEY BİRBİRİNE KARIŞMIŞ!

Meşhur bir atasözümüz var: At izi it izine karışmış.

Atalarımız bugün yaşasaydı herhalde bu atasözünü şöyle revize ederlerdi:

“At izi, it izi, eşek izi, katır izi, çakal izi, domuz izi hülasa bütün hayvan izleri birbirine karıştı.”

Zira nereye baksan kimsenin eski ilkelerine sadakatini göremiyoruz. Hele de politik arenadaki kıvraklıklar insanın adeta başını döndürüyor. Dün ak dediğine bugün kara, dün kırmızı dediğine bugün sarı diyen insan sürüleriyle karşı karşıyayız ne yazık ki!

Son dönemlerde birbirine karışmış bazı hadiseler hakkındaki bazı düşüncelerimi not almıştım; bunları sizinle bu makale çerçevesinde paylaşmak istedim:

Din Düşmanları Her Zaman Devrede!

Din düşmanları tarih boyunca bizimle “Allah’ı bir, kitabı bir, tarihi bir, örfü, geleneği, derdi tasası bir olan ülkelerle aramızı açmak için” olmadık yalanlar ve iftiralar uydurdu. Bu din düşmanlarından biri de kendini tarihçi olarak göstermeye çalışan Emin Oktay’dı. Marksist bir zihniyete sahip olmasına rağmen yazdığı Türk tarih kitaplarında “Araplar bizi arkadan vurdu.” Yalanına sarıldı. Aynı yalan Arapların tarihini yazanlarca da “Türkler İslamiyet’i terk etti.” Şeklinde Araplara empoze edildi. Mısırdaki tarih kitapları ise “Türkler Mısır’ı 400 yıl sömürdü.” Yazıyordu. Türkiye’de, Arap ülkelerinde ve Mısır’da Bu yalanları yazanlar aynı zihniyetin, aynı emperyalist merkezlerin adamlarıydı. Hâlbuki hem Türkleri, hem Arapları hem de Mısırlıları sömüren, maniple eden, yanlış yönlendiren ABD, İngiltere ve Avrupa gibi emperyalist ülkelerdi. Türk milleti artık bu dezenformasyonları yapanları fark etti ve gereken cevabı uluslar arası düzeyde veriyor.

Çöküşün İlkeleri Değişmez!

“Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır. Bir toplum kendi elindeki değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.” (Rad, 11)

Toplumlar kendi yükselişlerini hazırladıkları gibi yıkılışlarını da kendileri hazırlarlar. Bu değişmez bir yasadır ve adı da Sünnetullah kanunlarıdır.

Sosyolojinin babası olarak bilinen İbn-i Haldun’a göre bir toplumun çöküş nedenleri her zaman aynı olmuştur.  Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:

Toplumu oluşturan fertler arasındaki dayanışmanın yok olması..

Üretimin azalması, tüketim çılgınlığı, vergilerin artması..

Devlet yönetiminde liyakatin dikkate alınmaması, adaletsizliğin yaygınlaşması..

Milletin yönetimden ümidini kesmesi..

Göçlerin hızla artması..

Yöneticilerde oluşan kibir ve gurur, gösteriş, riyakârlık, yolsuzlukların artması..

İşin en kötüsü de bütün bunlar olurken milletin vurdumduymazlığı, nemelazımcılığa yakalanması ve olanları görmezden gelmeyerek kanıksamasıdır.

İçinde bulunduğumuz toplumda bunların var olması geleceğimiz açısından endişe vericidir ve acilen çözüm yolları bulunmalıdır.

Politik Çürümüşlüğe Örnek!

Ülkücü kimliğiyle bir ilçede belediye başkanlığı yaptıktan sonra partisi kendisini aday göstermedi diye geçmişte üç binden fazla ülküdaşının ölmesine sebep olan CHP’den HDP oylarıyla belediye başkanı seçilen Mansur Yavaş, bazen eskiden kalma kalıntılarıyla doğru sözler de söylüyor.

Mesela geçenlerde “HDP rehabilite edilmeli.” Diye bir şeyler söyledi.

Ancak HDP’li Hasip Kaplan’ın, “Ey Mansur! Seni öyle bir rehabilite ederiz ki, feleğin şaşar, aklın tavana vurur; edepsiz.” Sözleri karşısında hemen çark etmiş ve “Dilim sürçmüş olabilir.” Diyebilmiştir.

Politik arenadaki çürümüşlüğe en güzel örnek olarak Mansur Yavaş’ın bu tavrını gösterebiliriz.

Dün Başka Bugün Başka!

Milletimizin “Biden ittifakı” diye isimlendirdiği Millet ittifakı ortaklarından Saadet partisi kuruluşundan beri milli görüş çizgisini takip ettiğini iddia etmektedir. Hâlbuki gerçekte hiçte öyle değil. Bir yandan Erdoğan’ı milli görüş gömleğini çıkarmakla suçlarken aynı SP diğer yandan CHP ile işbirliği yapıp, parlamenter sisteme dönüş yapmaları gerektiğini söylüyor. Hâlbuki Milli görüşün ilk partisi olan Milli Selamet Partisinin 1973 yılında yayınladığı seçim beyannamesinde aynen şunlar yazılıdır:

“Maddi 1: Başkanlık sistemi getirilecektir. Devlet başkanlığı olan Cumhurbaşkanlığı ile Hükümet başkanlığı olan Başbakanlık birleştirilecek icra ve kuvvet, suret ve mücesiriyet sağlanacaktır.”

Şimdi haklı olarak sormak durumundayız: “Şimdi ne oldu da milli görüşün gerçek mirasçısı olduğunu iddia eden siz SP’liler bu fikirden çark ettiniz?

Atatürk’ü En Çok Chp İstismar Ediyor

CHP her fırsatta en Atatürkçü partinin kendileri olduklarını ileri sürerler ama icraatta hiçte öyle değildir.

Mesela İstanbul il başkanları Canan Kaftancıoğlu asla “Atatürk” demez ve bunu açık biçimde ilan eder.

Yine CHP’nin siyasi ortağı HDP’li bir vekil, “Mustafa Kemal’in itleri.” Demesine rağmen ona karşı CHP’lilerden hiç sesleri çıkmaz.

Yine başkası miting yapsa ve kazara Atatürk resmi açmasa yaygara koparırlar ama kendi yaptıkları mitinglerde Atatürk resimlerini koymazlar.

Zaten Kemalizm ideolojisini icat edenler de Atatürk’ün ölümünden sonraki CHP zihniyetidir. Atatürk’ün ölümünün ardından iktidara gelen İsmet İnönü liderliğindeki CHP  paraların üzerindeki Atatürk resmini bile kaldırttı. Kemalizm denen bir ucube ideoloji üretti ve Atatürk’ü yok etmek istedi. Bunların oyunlarını gören Menderes ve Celal Bayar Atatürk’ü CHP’lilerin elinden kurtarmak için 1951 yılında “Atatürk’ü Koruma Kanununu” çıkardı.

Bütün bu gerçeklere rağmen bugün Atatürk’ü en çok istismar eden parti yine CHP’dir.

Para İçin Her Şeyi Yapanların Sonu

Yıl 1917, yer Irak. İngiliz general, koyunlarını otlatan çobanı uzaktan bir müddet izledikten sonra yanına yaklaşır ve “Eğer sürüyü koruyan köpeğini öldürürsen sana 100 sterlin vereceğim.” der.

Uzun zamandır zor şartlarda yaşayan çoban için bu miktar büyük paradır. Ancak köpek de çok kıymetlidir. Çobanın tek güvendiği köpektir. Çünkü köpek, sürüsünü idare eden, her türlü tehlikeye karşı koruyan, hasta olan koyunun başında bile günlerce aç susuz bekleyen bir varlıktır.

Ama teklif edilen para, 100 sterlindir ve çoban için büyük paradır.

Çoban paranın cazibesine dayanamaz ve köpeği yakalayıp generalin önünde keserek parayı alır.

General devam eder:

“Köpeğin derisini yüzersen 100 sterlin daha veririm.”

Çoban bu sefer hiç düşünmeden, köpeğin derisini yüzer ve 100 Sterlin daha alır.

“Köpeği parçalara ayırırsan 100 sterlin daha..”

İş raydan çıkmıştır artık. Çoban köpeği parçalara ayırır ve 100 Sterlin daha alır.

İşi biten General oradan ayrılırken bu sefer teklif çobandan gelir:

“100 Sterlin daha verirsen köpeğin etinden de yerim.”

General şöyle cevap verir;

“Asla. Benim amacım, değer verdiklerinize karşı yaklaşımınızı öğrenmekti. Sen para için yoldaşın, yardımcın, her şeyin olan köpeği feda ettin. Ben ihtiyacım olan şeyi öğrendim. Sen para için her şeyini satarsın.”

General mahiyetindekilere dönerek de şöyle devam eder:

“Böyle para için her türlü değerini satan karaktersiz olduğu müddetçe korkmayın, bunlara her şeyi yaptırabilirsiniz.”

Günümüzde paranın yanına makam ve kadını da katabilirsiniz.

Buna, “Para, Kadın, Makam şeytan Üçgeni” diyoruz.

Özellikle politik arenadaki yaşananlara bakınca paranın ve makamın (arka planda kadın da kullanılıyor mu bilmiyorum.) satın alamayacağı insan sayısı çok az görünüyor.

Değerlerini, inançlarını, ilkelerini, arkadaşlarını, davasını para, makam ve kadın için satanlar, sattıkları kişinin köpeği olmaktan başka işe yaramazlar. Onun için, “Paranın ve makamın açamayacağı kapı yok diyenler aslında para için her şeyi yaparım.”  Diyenlerden uzak durun derim.

Sürtük ve Can Yücel’in Fitil Fıkrası!

Cumhurbaşkanı birilerini “sürtük” dedi diye yaygara yapanlar çoğaldı. Bazı kavramlar vardır ki gerçek anlamını ancak o kavramı kullanarak ifade edebilirsiniz. Sürtük kavramı da böyledir. Bu sıfatı üzerinde taşıyanları başka bir kelime ile ifade edemezsiniz.

Geçmiş dönemde buna benzer bir vakayı Can Yücel yaşamıştı.

Yazılarının birinde birisine çık ifade ile “Göt” demişti. Adam da Can Yüvel’i hakaret ettiğini iddia ederek mahkemeye vermişti.

Can Yücel, mahkemedeki sözlü savunmasını yaparken, “Ne diyeyim hâkim bey? Bizim köyde göte göt derler.” Diyerek meşhur savunmasını bitirir ve o davadan beraat eder. Ancak savunmasını yapmaya başlarken mahkemede bir fitil fıkrası anlatır.

Bir köyde ateşli bir hasta vardır. Köylüler hastanın durumu kötüleşince kasabadaki doktora götürürler.

Doktor hastaya fitil verir ve köye döndüklerinde fitili hastanın anüsünden kullanmalarını söyler.

Köylüler hastayı alıp döner ama aralarındaki en bilginleri bile Anüs nedir bilmez. Bu nedenle bir türlü ilacı hastaya veremezler. Hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. Bunun üzerine köylüler doktoru aramaya karar verirler ama kimse cesaret edemez. Görev sonunda muhtara düşer. Muhtar bütün cesaretini toplayarak doktoru arar:
“Doktor bey, biz ne yapacağımızı bilemedik. Bu ilacı nasıl kullanacaktık?”

Doktor, “Makattan kullanın” der ve telefonu kapatır.

Fakat köylüler makatın da ne olduğunu bilemez. Hastanın ateşi de artmaya devam etmektedir. Son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. Yine muhtarı ikna ederler ve doktoru aratırlar.

Muhtar telefonu açar ve doktora yeniden sorar:

“Doktor bey, biz makatın ne olduğunu bilmiyoruz. Bu ilacı hastaya nasıl vereceğiz?”

Doktor çok sinirlidir ve muhtara gereken cevabı vererek telefonu yüzüne kapatır.

Köylüler muhtara, “Doktor ne dedi?” diye ısrarla sorunca Muhtar şöyle der:
“Ben size doktor çok kızacak demiştim. Kızdı ve o ilacı (fitili) hastanın götüne sokun dedi!”

Erdoğan’ı Yıpratmayalım da!

İktidar hakkında en ufak eleştiriye tahammül edemeyen bir fanatik kitle var. Özelikle de savunmalarını, “Erdoğan’ı yıpratmayalım” söylemi üzerine kuruyorlar.

İktidar yıpratıcıdır. Hele hele 20 yıl iktidarda kalmak kolay değildir. Toplum iyilikleri iktidarın vazifesi olarak gördüğü için çabuk unuturken, iktidarın yaptığı hataları asla unutmazlar.

Erdoğan 20 yılda bu ülkeye müspet manada çok şeyler kazandırdı. Özellikle dindar kesimlerin çektikleri baskılara son vermesi, Ayasofya’yı ibadete açması, Taksim’e cami yapması, askeri vesayeti yıkması, sağlık sektöründeki devrim niteliğindeki gelişmeler, FETÖ denen şer şebekesine karşı mücadele başlatması ve PKK’ya ağır darbeler vurarak neredeyse bitirme noktasına getirmesi gibi hizmetler asla unutulamaz. Ancak yine Milli eğitim, kültür, aile ve şehircilik konusundaki başarısızlıklarını da görmezden gelemeyiz. Yine Suriye, Mısır gibi ülkelere karşı izlenen hissi politikaların yanlışlığını kendileri de kabul etmektedirler.  

Hak ve hakikati savunan bir gazeteci yazar olarak iyilikleri yazdığım gibi iktidarın hatalarını yazmayı da ilke edindim. Bu hususta hakikatleri yazdığım için bedel de ödedim ve ödemeye de devam ediyorum.

“Erdoğan’ı yıpratmayalım.” Diyenlere de diyorum ki: “Gerçek dost, yolda yürürken arkadaşına ‘Dikkat et önünde çukur var’ diyendir. Ben önlerindeki çukurlara dikkat çekiyorum. Ancak Ak parti lideri Erdoğan’ı asıl yıpratan kendi yaptığı hatalarla beraber bu hataları görmeyip alkışlayan taraftarlarıdır. İktidar nimetleriyle şımarmaları, yolsuzluklara göz yummaları ve en acısı adalet ilkesini tarumar etmeleridir.”

Bana göre Erdoğan ve taraftarlarının yaptıklarını en güzel Eba Müslim Horasani tarif etmiş:

“Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşmanları asla dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dostlar zamanla düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.”

Cennete ve Cehenneme Gitme Özgürlüğü

Allah (CC) insana cennete ve cehenneme gitme özgürlüğü tanımıştır. Hatta yarattığı mahlûka kendini inkâr yetkisi vermiş. Düşünceler, fikirler şiddete dönüşmediği müddetçe biz Müslümanlara düşen sadece tebliğle mükellef olmaktır. Hakikati usullerine uygun olarak anlatırız ama neticeye karışmayız. Çünkü kalplere hidayeti koyacak olan Allah’tır. Allah (cc) bu hususta Resullerini bile ikaz etmiştir.

Düşüncenin böyle özgür bırakıldığı bir dinde birilerini fikrinden dolayı linç etmek IŞID kafalılıktır.

Geçmişte IŞID kafalılar nasıl ki İmam-ı Azamı bile kafir ilan ettilerse günümüz IŞID kafalıları da akla önem verenleri kafir ilan etmekten geri durmuyor.

“Ey Rabbimiz. İçimizdeki akılsızlar yüzünden bizi helak etme.”

Chp’li Ülkücümsüler!

CHP ülkücü katilidir ve 12 Eylül öncesi binlerce ülkücünün ölmesine sebep olmuştur. Dün böyle olduğu gibi bugün de değişmemiştir. Ne yazık ki bugünkü CHP, geçmişinde ülkücülük bulunan ve kullanılmaya müsait olan bazı tipleri yürüdükleri yolda manivela olarak istihdam ediyorlar.
Bugün bir kısım ülkücüyüm diyen kişilerin CHP’yi ve bir FETÖ kasetiyle CHP’nin başına gelen Kılıçdaroğlu’nu göklere çıkarmasını tam bir paradoks ve celladına aşık olma hali olarak yorumluyorum.

Ülkücülere bir virüs girdi, CHP hayranı oldular. 3 bin ülkücünün CHP tarafından şehit edildiğini de, CHP’nin cibilli İslam düşmanı olduğunu da unuttular.  Sebebini araştırdım ve şu tespitleri yaptım: 

– AKP’nin yanlışları onları kindar yaptı, onlar da kinlerini din haline getirdiler. 
– Kendi ifadeleriyle denize düşmüşler yılana sarılıyorlar.
– Bazıları da “MHP ve AKP bize bir şey yedirmedi. Belki CHP’den biraz mama kapabiliriz diyorlar.
– AKP düşmansa AKP’ye düşman olanlar düşmanımızın düşmanı dostumuzdur diyorlar.

Allah (cc) Belalarını Versin!!!

Belaya salmak iyi değildir ama yaşanan hadiseler bazen bize bunu yapmaya mecbur bırakıyor. O yüzden diyorum ki:

“Dindar görünüp İslam dinini istismar ederek rant elde edenlerin Allah belasını versin.”

Helal haram demeden devletin malını çalıp Karun gibi zenginleşenlerin Allah belasını versin.”

Torpil yapıp kendi adamlarını devlet kurumlarına yerleştirenlerin Allah belasını versin.”

Milletin kendilerine emanet ettiklerine ihanet edenlerin Allah belasını versin.”

Halkı aldatıp, yalan söyleyenler ve verdikleri sözleri tutmayanların Allah belasını versin.”

İş yapmadığı halde aydan aya devletten, belediyelerden maaş alanların Allah belasını versin.”

İslâm’ın en azılı düşmanlarıyla para ve makam uğruna işbirliği yapanların Allah belasını versin.”

Kur’an’ın emirlerini ve yasaklarını hiçe sayanların Allah belasını versin.”

Sünnete uyuyoruz deyip, Resul’ün adına yalan sözler uyduranların Allah belasını versin.”

Dünyevî şehvetleri için yemeyecekleri haltı olmayanların Allah belasını versin.”

İslâm dinini şahsî menfaatlerine alet eden, dinleri para, imanları makam, kıbleleri kadın olanların Allah belasını versin.”

Partileri, cemaatleri, tarikatları ve mezheplerini din gibi görenlerin Allah belasını versin.”

Bu devlete, millete, bayrağımıza, ezanımıza, maddi ve manevi bütün değerlerimize düşmanlık edenlerin Allah belasını versin.”