KUR’AN’DA YÖNETİM İLKELERİ

Kur’an inanan insanlar için hayat nizamıdır. İnsanın ferdi hayatından sosyal hayatına, ailesinden iş hayatına kadar hiçbir alanı boş bırakmadan ilkeler vazetmiştir. Birçok ayette insanın yaratıldıktan sonra başıboş bırakılmadığı açık biçimde beyan edilmiştir.

Kur’an en küçük müesseseden devletlere kadar olan geniş alanda yönetim ilkelerini belirlemiş, insanlar ve insan devlet arası ilişkilerde yolları çizmiştir.

İnanmış her insan için yaşadığı hayatta karşılaştığı bütün problemlerde ilk başvuracağı kaynak Kur’an’dır. Zaten bir insan her hangi bir problemle karşılaştığında ilk olarak aklına, “Bu hususta Rabbimiz Kur’an’da ne gibi yol göstermiş” düşüncesi gelmiyorsa o insanın kitabı olan Kur’an ile ciddi problemleri var demektir.

“Ey insanlar! Rabbinizden size, bir öğüt, gönüllerde olan dert ve sıkıntılara bir şifa, inananlara bir yol gösterici ve bir rahmet olan Kur’an gelmiştir.” (Yunus, 57)

Kur’an, Allah’ın varlığını ve birliğini gönüllere nakşeden, Nübüvvet müessesesini akılların dikkatine sunan, öldükten sonra insanların yeniden dirilip hesaba çekileceklerini, mükâfat veya ceza alacakları ahiret yurdunun varlığını vicdanın derinliklerine kazıyan, insanların Allah ile olan ilişkilerinde ibadetin, kullar ile olan ilişkilerinde ise adaletin, kulluğun olmazsa olmaz şartı olduğunu ders veren yanılmaz ve yanıltmaz bir hidayet kılavuzu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kur’an’ın söylediklerinden şüpheye düşenler imandan yoksun kimselerdir. Kur’an mutlak doğrunun adresidir. Bu doğruluktur ki insanı kurtuluşa götürür.

“İçinde asla şüphe olmayan Kur’an, yolunda gitmek ve arınmak isteyenler için yol gösterici bir kurtuluş rehberidir.” (Bakara, 2)

Ne yazık ki Kur’an’ın bu yol göstericiliğinden uzaklaşanlar onu ölülerin arkasından okunan dua kitabı haline dönüştürmüş ve sonuç itibariyle Kur’an’ın âlemşümul yol gösteren ilkeleri görmezden gelinmiştir. Hâlbuki Kur’an dirilere inen bir kitaptır. Bütün diriler aile, sosyal hayat, devlet yönetimi, ticaret yaparken, mahkemelerde onu merkeze koyarak çözümleri almak ve onun gölgesi altında yeni çözümler üretmektir.

“Ey iman edenler! Hepiniz çekişmeyi bırakıp Kur’an’ın prensiplerinde toplanarak barışa, güvenliğe girin, şeytanın ve benzerlerinin izinden gitmeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara, 208)

Kur’an inanan insanların yönetim ilkeleri alanında hayatlarının merkezine “Adalet, Emanet, Ehliyet, Meşveret Maslahat” gibi vasıfları yerleştirmesi gerektiğinin zorunluluğunu dile getirir.  

Kur’an’ın hayata bakışında hemen her alanda temel kabul ettiği düsturların başında adaletli olmak gelir. Kur’an açık biçimde, “İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmediniz.”  (Nisa, 58) diye emreder.

“Adaletli ol” emri ister bireysel olarak ticaret yaparken isterse de herhangi bir müessese veya devlet yönetirken geçerli olan en önemli ilkelerdendir. Buradan hareketle önemli hukukçular, “Devletin dini adalettir.” Diyerek meselenin önemine dikkat çekmişlerdir.

Adaletin kelime anlamı; eşit olmak, eşit kılmak, denklik, denge, doğru davranmak, hakka göre hüküm vermekti, bir şeyi yerli yerince yapmak veya herkese ve her şeye hak ettiği şekilde davranmak demektir. Adaletin zıddı ise, haksızlık yapmak ve doğru yoldan sapmak gibi anlamlara gelen zulüm kavramıdır. Zulüm ise İslam’da şen’i bir davranış olarak tanımlanmıştır.

Adaletli olmak için yapmamız gerekenler aslında çok basittir.

İnanmış insanın kendisi veya çevresinde fark ettiği haksızlıkları dile getirmek.

Kendi haklarını kadar çevresindeki insanların haklarını da savunmak, 

Yapmış olduğu davranışların sonuçlarını kabul ederek karşı koymadan sonuçlarına razı olmak.

Paylaşım yapılması gereken durumlarda paylaşımı adil bir şekilde yapmak.

Yapılan zulüm ve haksızlıklara karşı eliyle, diliyle ve kalbiyle mücadele etmek.

İslam insanı adaletsizlik yapmaktan men eder. Adil olmada insanın en yakını bile olsa adaletten vazgeçilmemesini emreder.

“Bir topluluğa veya kişiye olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sevk etmesin, adaletli olun adâletten ayrılmayın.”(Maide, 8)

Kur’an’ın yönetim ilkelerinden emanet ve ehliyette çok önemlidir. “Emaneti ehline veriniz.” İlkesi bizzat Kur’an’daki Nisa Suresi 58. Ayetinde belirlenmiştir.

“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.”

Adalet, emanet ve ehliyet birbiriyle üçüz kardeş gibidir. Adaletin hükümferma olduğu her zaman ve mekânda emanetler ehil olanlara verilir. Başarının altında yatan sır da burada gizlidir. Aksi ise devlet yönetiminde, şirket yönetiminde, aile yönetiminde ehil olmayanların eline geçmesi demektir ki bu devlet, aile, şirket ve toplumlar için en büyük felaketlerden biridir.

Ehliyet ilkesi fıkıh usulüne de temel teşkil etmiştir. Hukukçularımız ayeti merkeze alıp, “Maharet ibadete tercih edilir.” Diyerek yapılacak işi dindar olana değil de ehil olana verilmesini istemiştir. Ehil olanın dini inançlarına ve cinsiyetine ise asla bakılmaz. 

Kur’an’ın önemli yönetim ilkelerinden biri de meşverettir. Meşveret, enaniyeti, kibirlenmeyi bırakıp başkalarının fikrinden de faydalanmak demektir. “O mü’minler işlerini birbirine danışarak yapar.” Ayeti inananların meşveret ilkesine önem vermelerini istemiştir. Meşveret ilkesi aynı zamanda diğer insanların da yönetime katılmaları anlamına gelir. Yalnız meşveret yapılırken açık ve şeffaf bir zemin oluşturmalı, buradan çıkan ortak akılla meselelere çözümler aranmalıdır.

Meşveret, hak ve hakikati ortaya koyma ve mevcut şartlar içinde yapılması gerekeni en isabetli şekilde belirleme imkânı verir. Meşveret edilenlere değer verildiğini gösterir. Onların kalplerini hoşnut eder, işin beraberce yürütülmesini sağlar.

Meşveret ilkesi aynı zamanda Kur’an’ın akla verdiği önemi de bütün açıklığı ile ortaya koyar.

“İnananlar Rablerinin çağrısına uyarlar, namazı özenle kılarlar. İşleri de aralarındaki danışma ile yürür. Kendilerine verdiğimiz rızıktan başkaları için harcarlar.” (Şura 38).

 Bu ayet, İslâmî idare şeklinin, Müslümanların kendi aralarından seçecekleri şûranın kararlarına dayandığına delil olarak gösterilmiştir.

Resulullah da hemen her meseleyi dostlarıyla istişare ederek onların düşünce ve görüşlerini alıyordu. Bununla yapılması plânlanan işlere, herkesin ruhen ve fikren iştirakini sağlayarak projelerini en sağlam statikler üzerinde gerçekleştiriyordu.

Atalarımızda Kur’an ve Resulullah’ı örnek aldığı için, “Bir bilene sor. İki bilgi bir bilgiden hayırlıdır.” Diyerek meseleyi formüle etmiş ve bunu her zaman ve mekânda uygulamışlardır. Bu sebeple çoğu kez zaferi yakalamışlardır.

İslam’ın vazettiği önemli düsturlardan biri de umumun menfaati anlamına gelen maslahattır. Günümüzde “Kamu yararı” olarak isimlendirdiğimiz maslahat toplumun birlik ve beraberliği için işletilmesi gereken bir prensiptir. Devlet yöneticileri ortaya koyacakları çalışmalarda Kur’an’ın tanıdığı çerçeve içinde halkın yani kamunun yararını gözetmek zorundadır. İslam kamu yöneticilerinin görev yaptığı süre içinde zenginleşemeyeceğini ilke olarak koyar. Kamu yöneticisi yönetime nasıl geldiyse öyle gider. Devletin haliyle milletin malını çalmaz, yolsuzluklara alet etmez. Yönetici adalet ve hukuk prensiplerinden asla ayrılmaz. Emanete hıyanet etmez. Kısaca yönetime Harun gibi gelip Karun gibi gitmek Müslüman yöneticinin sıfatı olamaz. Çünkü Müslüman yönetici hep milletin menfaatlerini şahsi menfaatlerinden üstün tutar.

***

Ramazan ayının içindeyiz. Ramazan Kur’an ayıdır. Bunu vesile ederek bize yol gösterici rehber olarak gönderilen Kur’an’ımızı okumaya, anlamaya ve yaşamaya çalışmamız bizi mü’min kılar ve takvaya eriştirir.

 “O Kur’an, insanları Hakk’a ulaştırır; helâl, haramda ve din hükümlerinde hakkı batıldan ayırır…” (Bakara, 185).

Elimizde böyle mucize bir kullanım kılavuzu varken çözümleri başka yerlerde aramak akılsızlık olmaz mı?

“Bu Kur’an, akıl sahiplerinin, ayetlerini iyice düşünüp anlamaları ve ders almaları için, sana indirdiğimiz saadet kaynağı bir kitaptır.” (Sâd, 29)

Resulullah (sav) Kur’an ile amel etti ve bize Kur’an’ı eksiksiz şekilde iletilmesinde elçilik yaptı. Hz. Âdem ile başlayan ve Hz. Muhammet ile kemale eren İslam dininin son kitabı Kur’an eksiksiz olarak elimizdedir ve insanlığın tek kurtuluş rehberi olmuştur.

 “De ki: Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam. De ki: Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?” (Enam, 50)

Yazımızı Kur’an’daki Resul duaları ile bitirelim:

“Ya Rabbi! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi kaydırma. Katından bize rahmet bağışla, sen çok bağışlayansın. Ey Rabbimiz! Kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları muhakkak sen toplayacaksın. Allah verdiği sözden kesinlikle geri dönmez.” (Al-i İmran, 8-9)

“Ey Rabbimiz! Biz iman ettik. İşlediğimiz günahları bağışla ve bizleri ateşin azabından koru.( Al-i İmran, 16)

ÜLKÜCÜLER KOÇOBA İFTARINDA BULUŞTU

Her Hafta Gerçekleştirilen Ülkücü Delikanlılar Vuslat Kervanı Bu Kez Erdem Karakoç’un KOÇOBA’sında gerçekleşti. İftara katılanların bedenleri KOÇOBA’da ruhları Tanrı dağlarındaydı.

HABER: SELİM ÇORAKLI

Her Hafta Gerçekleştirilen Ülkücü Delikanlılar Vuslat Kervanı Bu Kez Erdem Karakoç’un KOÇOBA’sında gerçekleşti. İftara katılanların bedenleri KOÇOBA’da ruhları Tanrı dağlarındaydı.

ÜLKÜCÜLER KOÇOBA İFTARINDA BULUŞTU

HABER: SELİM ÇORAKLI

Kardeşten de öte bir gönül bağıyla birbirine kenetlenmiş ve sevgi bağını tesis etmiş “Ülkücü Delikanlılar Vuslat Kervanı” ülkücü hareketin önde gelen isimlerinden İstanbul Ülkü Ocakları eski başkanı ve MHP Erdem Karakoç’un KOÇOBA’sında verilen iftarda buluştu.

İftarın açılması ve yapılan duadan sonra hareketin Dede Korkut’u Orhan Çakıroğlu “Gönülleri birleşenler selam sizlere” diye selamlayarak toplantıyı başlattı.

Orhan Çakıroğlu konuşmasında, ülkücüler arasında sevgi bağının kopmaz bir ip gibi tesis edilmesi gerektiğinin sebepleri üzerinde durdu ve sözlerine şöyle devam etti:

“Ülkücüler bu vatan için canını veren en temiz evlatlarıdır. Bu toplantılar ülkücüler arasındaki manevi bağın güçlenmesi için bir vesiledir.  Onun için toplantıları harekete dönüştürmek zorundayız. Birbirimizi karşılıksız sevmek ülkücülüğün esaslarındandır. Bu sebeple her konuşmamız ve hareketimiz gönülleri bütünleştirecek vasıfta olmalıdır. Zorluklarla karşı karşıyayız ama bunlar bizi asla bizi yıldıramaz. Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz. Turan ülküsü için her engeli almalıyız. Biz sıradan insanlar değiliz. Ülkücü bu vatan için vardır.”

Daha sonra söz alan Mahmut Yıldırım ise Türk milletini muasır medeniyetler seviyesine ulaştıracak yegâne kadronun ancak ülkücüler olduğunu belirtti.

Ülkücü hareketin önde gelen isimlerinden Hayrettin Alp ise, değişik bahanelerle MHP’den kopanların düştükleri duruma dikkat çekti ve devamında şöyle dedi:

“Ne yazık ki geçmiş dönemde namluların önünde eğilmeyen birçok kişinin şimdilerde küçük menfaatler için eğildiklerini ve başka yerlere serpildiklerini gördüm. MHP’den aday adayı olanların bazıları aday seçilmeyince başka partilerin kapısında makam dileniyor. Bu ülkücüler için küçültücü bir tavırdır. Hâlbuki ocak ruhuyla yetişenler makam istemez. Verilmeyince de küsüp gitmez. Bu yanlışları anlatmak için bütün arkadaşlarımızın sahaya inmeleri ve MHP’nin davasının ne olduğunu anlatmaları gerekir.”

İftara katılanlara hitap etmek için sırasıyla söz alan Dr. Semih Uşaklı, Erhan Öztunç, Bekir Gül, Mustafa Dülger, İhsan Zomp, Hüseyin Koloğlu gibi hareketin çilesini çekmiş ülkücüler ise Türk İslam medeniyetini inşa edecek gençlerin yetiştirilmesi,  ülkücülerin yaşadığı ortak hatıraların gelecek nesillere aktarılmasının gerekliliği ve ülkenin içinde bulunduğu durumlar hakkında çıkış yollarını gösteren konuşmalar yaptılar ve bunun için ülkücülerin iktidarının elzem olduğu üzerinde durdular.

İftara ülkücü hareketin önde gelen isimlerinden çok sayıda ülkücü katıldı.

“Orhan Çakıroğlu, Hayrettin Alp, Bekir Gül, Erdem Karakoç, Erhan Öztunç, Selim Çoraklı, Hüseyin Koloğlu, Mahmut Yıldırım, İhsan Zomp, Kahraman Dervişoğlu, Memduh Yellice, Muhammet Dadakoğlu, Muradi Güler, Mustafa Can, Mustafa Dülger, Mustafa Seyhan, Nadir Altındal, Abdülhamit Yıldırım, Ahmet Tat, Ali Çakmak, Bilgehan Dadakoğlu, Celal Yardımcı, Ceyhun Manuoğlu, Engin Kayacık, Harun Eraslan, Hasan Şahin, Hikmet Kurt, İdris Kendir, İhsan Tok, Kadir Çelebi, Kenan Kenger, Kıyas Yıldırım, Murat Elçi, Murat Ünlü, Mustafa Özçelik, Necmi Ak, Oğuz Karaman, Orhan Korkmaz, Orhun Daştan, Prof. Musa Taşdelen, Reşit Sözügüzel, Satılmış Karabacak, Mehmet Karakoç, Dr. Semih Uşaklığil, Sıtkı Akbal, Suskun Mustafa, Talat Özmen, Tanrıkut Turkeş Karakoç, Yücel Calbaz.”

Toplantı Orhan Çakıroğlu’nun iftara katılanlarla beraber söylediği

“Kürşad’ın narasıyla indik Tanrı Dağından,

Ruhumuzu kandırdık Orhun’un kaynağından,

Bu kaynaktan içenin yürekleri tunç olur.

Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olur.”  marşıyla sona erdi.

Ocak Ruhu ve Üç Hilalin Öne Çıkarıldığı “Ülkücü Delikanlılar Vuslat Programı” Ülküdaşımız Kemalettin Aktaş’ın Kadıköy’deki Mekânında Gerçekleşti.

Ocak Ruhu ve Üç Hilalin Öne Çıkarıldığı “Ülkücü Delikanlılar Vuslat Programı” Ülküdaşımız Kemalettin Aktaş’ın Kadıköy’deki Mekânında Gerçekleşti.

ÜLKÜCÜ İKBAL PEŞİNDE KOŞMAZ

Uzun zamandan beri her hafta gerçekleşen ve “Ocak ruhu ile ”Üç Hilal’in” öne çıkarıldığı ve önderliğini davanın çilesini çekmiş ülkücülerin çektiği “Ülkücü Delikanlılar Vuslat Programı” bu kez Ülküdaşımız Kemalettin Aktaş’ın Kadıköy’deki mekânında gerçekleşti.

Şehitlerimize saygı duruşu ve Fatiha okunması ile başlayan programa 1980 öncesi Ülkücü hareketin önde gelen isimlerinden Orhan Çakıroğlu, Ahmet Çakar, Erdem Karakoç, Nadir Altındal, Mustafa Can, Mahmut Yıldırım, Selim Çoraklı, Abdullah Sapan, Ülkücü gazimiz Sinan Koç, Kahraman Dervişoğlu, Mustafa Seyhan, Mustafa İlter, Muradi Güler, Mustafa Dülgeroğlu, Hakkı Kurtuluş, Etem Çimen. Selami Şişman, Ali Karaca, Muhammet Dadakoğlu, Fevzi Kuvvet, Ülkücü şehidimiz Sabri Tabak’ın bacısı Hatice Tabak, Cemalettin Meriçli, Yaşar Toy, Dr. Semih ve ismini tespit edemediğimiz ülküdaşlarımız katıldı.

Programın açılış konuşmasını yapan hareketimizin Dede Korkut’larından olan Orhan Çakıroğlu, “Ülkücüler arasındaki birlikteliğin harekete dönüşmesi için ülkücüler arasında var olan sevgi bağını daha da sağlamlaştırmalıyız.” Açıklamasının ardından sözlerine şöyle devam etti:

Ülkücüler olarak Ocak ruhuyla hareket edip herkese kucak almalıyız. Değişim bahanelerle MHP’den başka yerlere giden arkadaşlarımızı da baba ocağımız MHP’ye bekliyoruz. Yaptığımız İhlas merkezli bu toplantıların manevi enerjisi giden arkadaşları da etkilemeye başladı. Toplantılar ülkücü bir sinerji oluşturdu. Kars’tan, Trabzon’a, Adana’dan Erzurum’a kadar ülkenin her yerine sirayet etti. Bizim mefkûremiz ilahi kaynaklı olduğu için tesiri de geniş olmaktadır.  Dünya gelişiyor, biz geri kalmamalıyız. Hedefimiz bütün dünya olmalıdır. Ülkücü duruşu bütün dünyaya tanıtmalıyız. Ülkücü fedakâr insandır ve en kıymetli varlığı canını feda etmeyi başarmıştır. Ülkücü kahramandır. Ülkücü ikbal peşinde koşmaz. İkbal peşinde koşan kişi zaten ülkücü olamaz. Öteden beri belli şer cepheleri ülkücü prototipi oluşmasına engel olmaya çalışıyorlar ama asla başaramadılar başaramayacaklar.”

Daha sonra söz alan MHP TBMM eski başkan vekili milletvekilimiz Ahmet Çakar ise, ülkücülerin dertli insanlar olduğunu ve toplantıya katılanların hemen hepsinin yarım asırlık bir dava geçmişi olduğunun altını çizdi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Ülkücü hareket yarım asırdır çok badire atlattı. Bunun için bazı hedeflerimize ulaşamadık ve bu bizlerde travmalar meydana getirdi. Hedefimiz büyüktü, çağlar üzerinden aşmamız gerektiği bize gösterildi. Bazen bu yükün altında ezildik ve bunun sonucu olarak sosyal hayatta birçok şeyimizi kaybettik. Başka bir boyutta girdik. Başbuğumuzun ifadesiyle, “Nizam kurmuş, büyük devletler vücuda getirmiş bir milletin evlatlarıyız.” Ancak bazı eksikliklerimiz var. Yarım asır sonra biz aksakallıların bir kurumu olmaması bu dertlerimizden biridir. Biz Ülkücü üniversitesinde 50 yıllık bir tahsil hayatı olan insanlarız. Tam olarak kurumsallaşamadık. İstihdam ve üretim gücü olmayan hiçbir topluluk iktidar olamaz. Ülkücü hareketin dertlerini oturup konuşamadık. Bunu yapacak çalışmalara başlamalıyız.” 

ERDEM KARAKOÇ:

“Ülkücüler her zaman ve mekânda konuşmalarına dikkat etmelidir. Yanlış anlaşılacak konuşmalar davamıza zarar verebilir. Başkalarını suçlamak bize yakışmaz. Bizim ocağımız Ülkü Ocakları, partimiz MHP’dir. Her zaman ve mekânda bize yakışan siyasi üsluba sahip olmalıyız. Konuşmalarımız yarın bizi sıkıntıya sokmayacak şekilde olmalıdır.”

MUSTAFA CAN:

“Ülkücüler olarak aramızda asgari müştereklerde bir olmayı başarmalıyız. Evde hata yapan çocuklarımıza gösterdiğimiz gibi dava arkadaşlarımıza da yaptıkları yanlışlar varsa müsamaha göstermeliyiz. İnsan hayatında sıkıntılar her zaman olabilir. Bütün zorluklar karşısında biz davamıza inanmalı ve güvenmeliyiz. Şahısların hatalarını davaya mal edemeyiz.”

MAHMUT YILDIRIM:

“Biz kimiz? Nostalji yaşayan bir topluluk muyuz? Biz ülkücüler benzerlerinden farklı olarak hesabını yalnız Allaha veren seçkin bir topluluğuz. Şanlı Ülkücüleriz. Bütün dünyada davamızın şanına yakışır bir duruş sergilemeliyiz. Dünya bizden bunu bekliyor.”

 NADİR ALTINDAL:

“Ülkücüler olarak daima planlı projeli işler yapmalıyız. Sadece konuşmakla neticeye varmak zordur. Ülkücüler olarak var olan teşkilatlarımıza sahip çıkmalıyız.

ALİ KARACA:

“Hareket olarak birçok alanda haksızlıklarla karşı karşıya kaldık. Ülkücüler her alanda budandı. Hala da devletin birçok yerinde yokuz. Haksız olarak birçok ülkücü devlet kadrolarından elimine edildi. Bunlara mani olmak gerekir.”

SELİM ÇORAKLI:

“Tenkidin olmadığı yerde tekâmül olmaz.” Derler. Bizler de hem içe hem dışa yönelik tenkitlerimizi ilmi ve mantıki olarak yapmalıyız. Bu tenkitlerimizden birini yaptığımız toplantılardaki uzun konuşmalara yönlendiriyorum. Çok uzun konuşmalar bazen bıkkınlık verebiliyor. Onun için toplantılarımızdaki usule dair bazı düzenlemelere ihtiyacımız var. Mustafa Can’ın “Konuşmaları belli dakika ile sınırlayalım” fikrini destekliyor ve uygulanmasını bekliyorum.”

KAHRAMAN DERVİŞOĞLU:

“Çocukluğumdan beri ülkücü hareketin içindeyim. Muhsin Başkan ile de beraber çalıştık. Kutlu bir yola çıktık ve sonuna kadar devam ediyoruz. Ülkücüler vatanın has evlatlarıdır. Vatanın her yerinde bizler varız. Bize bu ruhu aşılayan şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyoruz.”

MUSTAFA DÜLGEROĞLU:

“Bizler her zaman ve mekanda daamıza sahip çıkmalıyız. Bizler bunun için gerekli teşkilatlanmaları yaptık ve bundan sonra da partimize, ocaklarımıaz sahip çıkmak için elimizden geleni yapacağız.”

MUSTAFA SEYHAN:

“Bizler MHP olarak Cumhur ittifakını kurduk. Bize düşen bu ittifakın adaylarını desteklemektir. Adayların kazanması için elimizden geleni yapmalıyız. Cumhur ittifakı kazanmazsa karşı taraf meşruiyet tartışması açar. Onlara bu fırsatı vermemeliyiz.”

MUSTAFA İLTER:

“Davamıza leke getirmemek için gayret ettik. Bundan sonra da getirmemeye çalışacağım.”

YUFKA YÜREKLİLERLE ÇETİN YOLLAR AŞILMAZ

YUFKA YÜREKLİLERLE ÇETİN YOLLAR AŞILMAZ

Haber: Selim Çoraklı
“Ülkücü Delikanlılar Vuslat Kervanı” Fatih’teki Tomarzalılar Vakfında bir araya geldi. Genelkurmay eski başkanı ve Savuma Bakanı Hulusi Akar ve Fatih Belediye Başkanı M. Ergün Turan’ın da sürpriz katıldığı toplantının konusu seçimlerdi. Katılan bütün ülkücüler Cumhur İttifakının desteklenmesinin ülkenin bekasına yönelik bir çalışma olduğu üzerinde durdular.
Şehitler için saygı duruşu ve ruhlarına okunan Fatiha ile başlayan toplantının açılış konuşmasını Ülkücü hareketin Dede Korkut’u Orhan Çakıroğlu yaptı.
Çakıroğlu açılış konuşmasında Tomarzalılar Vakfı Başkanı Yaşar Karayel’e Ülkücüleri misafir ettikleri için teşekkür etti ve konuşmasına şöyle devam etti:
“Bu toplantımızın adını delikanlılar vuslat kervanı koyduk. Çünkü biz yaşlı değil ihtiyar insanlarız. İhtiyar bilge kişi demektir. Ülkücüler ihtiyarlar ama yaşlanmazlar. Hayatın anlamı harekettir. Bunun için Ülkücüler devamlı hareket halinde olmak zorundadır. Ülkücüler bahane üretmeden ve şahsiyetlerini davalarının önüne geçirmeden ocak ruhuyla davalarını desteklemelidir.”
Haftanın konusunun seçim olarak belirlenmesinden dolayı söz alan ülkücü hareketin kanaat önderlerinden Mustafa Verkaya, Ahmet Çakar, Erdem Karakoç, Mustafa Can, Erhan Öztunç, Muhammet Dadakoğlu, İbrahim Kabalak, Mahmut Yıldırım, Selim Çoraklı, Memduh Yellice, Ali Çanak gibi konuşmacılar yerel seçimlerde MHP’nin ortağı olduğu Cumhur ittifakının milli şuura sahip adaylarına oy vereceklerini beyan ettiler.
Kahraman Dervişoğlu, Murat Güler, Hayrettin Alp, Kemal Akdeniz, Fehmi Gökçegöz, Abdullah Sapan, Emekli Başkomiser Zafer Elemen, Fahrettin Budak, Mustafa Seyhan, Cafer Yaylan, Bekir Gül gibi tanınmış ülkücülerinde katıldığı toplantıda daha sonra söz alan başta Ömer Faruk Karayel olmak üzere Tomarzalılar vakfı yönetim kurulu üyeleri de Ülkücüleri vakıflarında misafir etmekten şeref duyduklarını belirttikten sonra çalışmaları hakkında açıklamalarda bulundular.
Ülkücü sanatçılardan Ali Ulus ise Ülkücüler hakkında kaleme aldığı “AGA” isimli şiirini okudu.
Toplantının sürprizi ise Genelkurmay eski başkanı Hulusi Akar ve Fatih Belediye Başkanı M. Ergün Turan’ın toplantıya katılması oldu.
Belediye başkanı M. Ergün Turan’ın kısa selamlama konuşmasından sonra söz alan Hulusi Akar Ülkücülerin bu ülkenin ayakta kalmasında çok önemli rol üstlendiklerini belirtti ve konuşmasına şöyle devam etti:
“Ülkücü fikir sahipleriyle bir arada olmak şereftir. Sizler amel ve aksiyon sahibi insanlarsınız. Ülkücüsüz devlet sıkıntıya düşer. Bu gerçeği gençlere aktarmak çok önemlidir. 2500 yıllık bir devlet şuuruna sahip Türk Milletinin mensuplarıyız. Bunun gururunu her yerde savunmalıyız. İslam ile Türklük etle tırnak gibi bütünleşmiştir. Bu şuuru gelecek nesillerin daha anaokulu seviyesinde anlatmalı ve bir ülkü olarak ruhlarına işlemeliyiz. İslam’la şereflenmiş Türkler tarih şuuruna sahip olmak zorundadırlar. Tarihini bilmeyen sürü olur. Din, tarih ve ülkü kavramlarını iyi kavramalı ve bunu gençlere taşımalıyız. Ortak bir ülkü peşinde milleti bütünleştirmeliyiz. Bulunduğumuz coğrafyada bir ateş çemberi içindeyiz. Ülkemizin bekasına yönelik tehlikeyi bertaraf etmek için bir beraber olmalıyız. Emperyalizme geçit vermemek lazım. Ötekileştirmeden kucaklaşmalıyız. Türklerden bahsetmeden dünya tarihi yazılamaz. Ülkümüz Kızılelma’dır. Bu hedefe giderken her türlü fedakârlığı yapan ve Cumhur İttifakına karşılıksız destek veren MHP’ye ve lideri Sayın Bahçeli’ye minnettarız…”
Toplantıya katılan Ülkücü gazeteci Mevlüt Yüksel ise bu tür toplantıların kaybolmaması için mutlaka bir internet sitesi yapılmasını, buradaki tarih yazmış ülkücülerin söylediklerinin ve hayatlarının kayıt altına alınması çin bir çalışma başlatılması teklifinde bulundu.
Büyük coşku içinde geçen toplantı gazeteci yazar Selim Çoraklı’nın “Asr” suresini ve Mehmet Akif’in bu sureyi tefsir ettiği şiirini okudu.
VEL ASR TEFSİRİ
Halikın namütenahi adı var en başı Hak.
Kul için ne büyük şey, Hakkı tutup kaldırmak!
Hani Ashab-ı Kiram ayrılalım derken,
Mutlaka sure-i vel asrı okurmuş, bu neden?
Çünkü gizli o büyük sureti asar-ı felah.
Başta iman-ı hakiki geliyor sonra salah.
Sonra Hak, sonra sebat; işte kuzum insanlık!
Bu dördü birleşti mi yok hüsran sana artık.
Son olarak söz alan Orhan Çakıroğlu ise katılan bütün Ülkücülerin katılımıyla ”Yufka Yüreklilerle Çetin Yollar Aşılmaz” marşını okutarak toplantıyı sonlandırdı.

Spot 1:
AHMET ÇAKAR:
“Ülkücüler bu milletin dinamosudur. Ülkücüler var oldukça Türk milleti var olacaktır. Bunu gelecek nesillere aktarmalıyız. Bu ülkede iki tür görevli vardır. Biri resmi görevliler diğeri ise gönüllü görevlilerdir. Ülkücüler bu ülkenin gönüllü görevlileri ve sahipleridir. Gerektiği yerde canını ve malını vermeye hazırdır. Bunu geçmişte ispatlamıştır.”
Spot 2:

ERDEM KARAKOÇ:
“Bu tür toplantılarda Ocak ruhuyla bir araya gelişimiz MHP’nin siyasi bir faaliyetidir. Bizim her hareketimiz siyasettir. Bu hususta gereken her türlü eylemi yapmakla görevliyiz. CHPKK ittifakını bozmak için Cumhur ittifakının destekleyeceğiz. Bizlerin bu ittifakı yapmamızın asıl maksadı ülke bekasına yöneliktir. İttifaklar bir mecburiyettir. Ülkücüler bu vatanın sahibidir. Bu vatana göz dikenin gözünü oyarız. Ülkücü harekete karşı olan saldırılara mücadele edeceğiz.”

ÜLKÜCÜLER SİLİVRİ UÇ BEYLİĞİNDE

Milletin Teminatı Olan Ülkücü Delikanlılar Vuslat Kervanı Bu Kez Silivri’de Toplandı

İçlerinde bazılarının fiziki yaşları seksene dayansa da ruh yaşı itibariyle kendilerini 18 yaşında gören ve milletin teminatı olan ocak ruhlu ülkücüler vuslat kervanı bu kez Silivri’de bir araya geldi.

Herhangi bir siyasi makam ve mevki beklentisi olmayan ülkücülerden oluşan vuslat kervanının toplantısı Kur’an’ı Kerim tilaveti ve ardından yapılan dua ile açıldı.

Toplantıya her zamanki gibi ülkücülerin Dede Korkut’u olarak kabul edilen Orhan Çakıroğlu başkanlık yaptı. Toplantının açılış konuşmasında ülkücü hareketin bu milletin teminatı ve dinamosu olduğunu söyleyen Çakıroğlu sözlerini şöyle özetledi: “Ülkücüler bu davanın çilesini çekmiş yiğitlerdir ve bu milletin teminatıdır. Ülkücüler var olduğu müddetçe bu millette var olacaktır. Ülkücüler fedakârlığın zirvesindedir. Bu açıdan Ülkücüler ülke yönetiminde bulunmalı ve yönetmelidir. Bu milletimizin geleceği için zaruridir. Ülkücüler irfan topluluğudur. Gönüllerdeki birliği fiziki birliğe dönüştürmeliyiz. Biz var oldukça milletimiz var olacaktır. Ülkü Ocakları hep var olacaktır. Biz yaşadıkça Türk milleti yaşayacaktır. Bunun için hiçbir ülkücü kendini küçük görme lüksü yoktur. Bizler bu tür vuslat toplantılarını Milliyetçi harekete ivme kazandırmak için yapıyoruz. Bizim ocağımız Ülkü Ocakları partimiz MHP’dir. Ülkücülerin iktidar olması için var gücümüzle çalışmalıyız.”

Orhan Çakıroğlu’nun konuşmasının ardından söz alan MHP eski milletvekili Bozkurt Yaşar Öztürk ise ülkücülerin her zaman ve zeminde MHP’nin ve Üç Hilal’in yanında olduğunu, Turan ülküsünün gerçekleşmesi için Ülkücülerin birlik ve dirlik içinde hareket etmeleri gerektiğini belirtti. “Dün olduğu gibi bu gün de MHP’de olmalıyız. Bugün bizi bölmeye çalışıyorlar, bu şer odaklarına fırsat vermemeliyiz. Simgemiz olan Üç Hilali mahzun bırakamayız.  31 Mart tarihine kadar canla başla çalışarak MHP’yi kazandırmalıyız.” Diyen Bozkurt sözlerini, “MHP Başbuğumuzun emanetidir. Ona sahip çıkmak her ülkücünün görevidir.” Şeklinde noktaladı.

Daha sonra söz alan Ozanımız Hilmi Şahballı ise, “Bizler vıttırı vızdık adamlara rağmen bu ülkenin evlatlarıyız. Sevgi ve barış. İçinde bir araya gelmeliyiz. Kimse bizi farklı görmesin. İlmi nakış nakış dokumalıyız. Cehaleti kökten sökmeliyiz. Bir araya gelmeyi bilmeliyiz.” Dedikten sonra MHP lideri Devlet Bahçeli için yazıp söylediği “Devlet geliyor Devlet” isimli eserini bütün salonla beraber okudu.

Ülkücü yazar Selim Çoraklı ise, “Kur’an oku ve yaz emriyle başlamıştır. Okuma ve yazma ilmin iki ayağıdır. Ülkücü hareket okuduğu ve yazmayı bildiği müddetçe hep var olacaktır.” Diyerek ilmin önemine dikkat çekti. Şehitliğin önemine de değinen Çoraklı ardından ülkücü hareketin ilk şehitlerinden Yusuf İmamoğlu’nun kaleme aldığı “Leke” isimli duygu yüklü şiirini okudu.

Ülkücü Yazar Mahmut Yıldırım ise her zamanki gibi ülkücü davanın geçmişi ve geleceğini özetleyen “Bir Türklük paradigması oluşturmalıyız. Ülkücü aydınların bakış acısını minimalden maksimum dönüştürmeliyiz. Bu neslin yükü ağırdır, taşıdığımız yükü gelecek nesiller aktarmalıyız.” şeklinde ilmi bir konuşma yaptı.

Ülkücü hareketin önemli gençlik liderlerinden olan İstanbul eski Ülkü Ocakları Başkanı ve İstanbul MHP eski Milletvekili Mustafa Verkaya’nın kahramanlık şiirinin okumasının ardından söz alan vuslat kervanının vücut bulmasında önemli rol oynayan Hayrettin Alp, “Silivri’de MHP’nin bir uç beyliği vardır. Belediye başkanımız Volkan Yılmaz’a destek için burada toplandık. MHP’nin ışığının devamlı yanması için elimizden gelen gayreti göstermek zorundayız.” Şeklinde özetlenen konuşmasının ardından Şeyh Şamil’i anlatan şiirini okudu.

Taş Medreseliler Başkanı Mustafa Dülger ise ülkücü hareketin tarihinin mutlaka yazılması gerektiği üzerinde durdu ve özetle şunları söyledi: “Davamızın çilesini çeken ve ülkemizin teminatı olan Ülkücüler hep var olacaktır. Bu var oluşun destanını mutlaka yazmalıyız. Bu hususta yazarlarımıza büyük iş düşüyor.  Mesela mutlaka bir Mamak destanı yazılmalıdır. Mamak’ta 15 yaşındaki ülkücü yiğitlerle 65 yaşındaki Başbuğ beraber destan yazdı. Bu destanın tarihe en güzel şekilde aktarılması hepimizin görevidir.”

Daha sonra söz alan ocak eski başkanlarından Mustafa Can sözlerini şöyle özetledi: “Hareketimizin başarısı için ne yapmamız gerektiğini mutlaka belli etmeliyiz. İktidara giden yol milletin gönlünü almaktan geçer. Bunu başarmalıyız.  ‘Niye bir araya geliyoruz?’ diye sorulan sorunun cevabı buradadır. Her şeyi davadan bekleyemeyiz. Suçu MHP’ye yüklemek kolaycılıktır. Bahane üretme yerine iş yapmalıyız. Baba evinde görülen bir hatadan dolayı evi terk eden hayırsız evlat olmayalım.”

Toplantının bitiş konuşmasını yapan Orhan Çakıroğlu, bütün dünyanın korktuğu tek gücün ülkücüler olduğunun altını çizdi ve 12 Eylül darbecilerinin ülkücülerin gücünü kırmak için yapıldığını beyan etti. Daha sonra vuslat kervanına katılan ülkücülerle birlikte Kürşat marşı okundu.

FETÖ DİRİLİŞ MÜJDESİ VERİYOR!

İçerisinde 16 yıl kaldıktan sonra gördüğüm gayr-i İslami tavırlarından dolayı terk ettiğim FETÖ yapılanmasının hafife alınmaması gerektiğini o günden beri vurguluyorum.

FETÖ denen örgütün arkasında CIA’nın olduğunu 1999 yılında o zamanlar MNG Holdinge ait ve şimdilerde Acun Ilıcalı’nın sahipliğini yaptığı TV8 televizyonunda muhabirlik yapan İbrahim Güneş’e 3 saate yakın anlattım. İbrahim Güneş bugün TV 24 Yayın yönetmenliği görevinde bulunuyor.

FETÖ, ABD’nin 1960’lı yıllarda oluşturduğu “Yeşil kuşak Projesi” Çerçevesinde kurulan bir örgüttür. Gayesi de halkı Müslüman ülkelerde yükselen İslami uyanışların önünü kesmek ve adına “Ilımlı İslam” dedikleri içi boşaltılmış, Hak-Batıl, İman-küfür, cihat kavramlarından soyutlanmış bir din anlayışını hakim kılmaktı. Yüzlerine geçirdikleri “Ehl-i sünnet” maskesi sayesinde bunu oldukça başarılı bir şekilde icra ettiler. Öğleki eğer 17/25 Aralık 2013 öncesinde FETÖ denen örgütün lideri Gülen ölseydi, mevcut hükümet ve Türk halkının kahır ekseriyeti mezarını türbe yapıp tapınacaktı.

Bu sürece kadar FETÖ denen CIA yapılanmasını fark edip gündeme getirenler ne yazık ki hem mevcut cemaat ve tarikatlar tarafından hem de hükümet tarafından hain ilan edildi. Bunlardan biri de bendim. FETÖ’nün bir CIA yapılanması olduğunu yazıp, televizyonlarda dile getirince mevcut yapının elemanları ile birlikte hükümet kanadı beni “Hoca Efendilerini” kötülediğim için adeta aforoz ettiler. Her iki kesimde gazetelerinde, televizyonlarında, kurumlarında bana iş vermediler. Ne zamanki 17/25 Aralık 2013 tarihinde bu örgüt karanlık yüzünü gösterip o tarihe kadar beraber yürüdükleri hükümete yönelik operasyon yapınca bazıları zoraki uyandı. Zoraki diyorum çünkü yaşanan bunca olaya rağmen hala uyanmayıp, iktidar erkini arkasına alarak FETÖ denen şer şebekesini dolaylı veya dolaysız destekleyenler var.

FETÖ denen şeytani yapının 15 Temmuz’da giriştiği darbe teşebbüsü ile 251 kişiyi katledip 3 bine yakın insanımızı yaralamasına rağmen siyasi arenada çöreklenen bu yapının mensuplarına dokunulmadı. Bu dokunulmayış yargı, üniversiteler, mülkiye vb. yapılarda da yeterince operasyon yapılmasına engel oldu. Kripto FETÖ elemanları bu dönemde kendi örgüt elemanlarını korumak için örgütle ilişkisi olmayanları ihbar ederek mücadeleyi sulandırdı. Her türlü dezenformasyon yaparak bu süreci en az zararla atlatmak için her türlü şeytanlığı sergiledi. Zaten FETÖ lideri Gülen de bu dönemde örgütüne, “Kendinizi deşifre etmeyin. Gizlenebildiğiniz kadar gizlenin ama her fırsatta karşı saldırıya geçin.” Şeklinde talimatlar verdi.

Bu süreçte birçok FETÖKULLİ iş sergilendi. Bazılarının farkına varan hükümet tedbir alarak karşı operasyonlarda bulundu. Ama farkına varılmayan birçok operasyonun olduğu da açıktı.

Mesela FETÖ denen iblisi yapının yargıda bilinen 5-6 bin civarında savcı ve hakimlerden oluşan militanı vardı. Bunların 4.500 civarı meslekten ihraç edildi. Ancak örgüt militanları yeni alınan hakim ve savcıların arasına sızmayı da başardı. Bu tür sızmalara karşı yapılan bazı operasyonlarla tedbir alınmaya çalışıldı ama ne derece başarılı oldu bilinmez.

Yargı içinde çöreklenmiş FETÖ militanları her fırsatta örgüt mensuplarını kollayan kararlara imza attı. HSK bazılarını tespit ederek bunu yapanlar hakkında işlem yaptı ve birçoğunu meslekten ihraç etti.

Ancak 40 yıllık bir yapılanmayı yerinden söküp atmak o kadar kolay değildi.

Özellikle Anayasa Mahkemesi içindeki raportörlerinin kahır ekseriyetinin örgüt mensubu olduğunu Doç. Dr. Emir Kaya televizyonlarda şu sözlerle deşifre etmişti:

“Açıkça Anayasa Mahkemesi Cemaatin kontrolünde diyorum. Anayasa Mahkemesi’ndeki 17 üyenin 7′si paralel, paralellerin de 4′ünü Abdullah Gül seçti. AYM üyelerinin 3’ü cemaat mensubu 4’ü cemaatin güdümünde 3-4 tanesi de güce göre pozisyon alıyor. AYM raportörlerinin yüzde 70′i paralel. Haşim Kılıç nasıl isterse o yönde karar çıkartıyor. Paralel yapının çıkarına uygun bir karar verilecekse paralel raportörlerle çalışıp o yönde karar çıkartıyor. Haşim Kılıç sonrası AYM Başkanı ve 2033′e kadar bu görevde kalacak isim paralel olan Alparslan Altan. Haşim Kılıç’ın kafası çok karışık, odak noktası ‘adalet’ değil. Yargıda FETÖ’ye karşı, korktuğu için ses çıkaramayanlar var.”

Emir Kaya’nın bahsettiği kişilerden yarısı bile ihraç edilmedi ve yerlerini korudu. Yargıdaki seçimlerde de örgüt el altından kendi elemanlarını kilit noktalara getirmek için her türlü şeytanlığı sergiledi. Anayasa mahkemesinin FETÖ’cüler lehine verdiği birçok kararın arkasında bu tür kripto militanların olmadığını söylemek saflık olur. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi Başkanı da zamanında FETÖ’nün karargâhı olan Polis Akademilerinde başkanlık yapmıştı. İç işleri eski bakanı Süleyman Soylu’nun bu hususta yaptığı bir açıklama yüksek yargıda nasıl bir FETÖKULLİ işler döndüğünü gözler önüne serecek açıklıktadır.

TGRT’de katıldığı programda bir açıklama yapan Süleyman Soylu, “AYM Başkanımız Zühtü Arslan, Polis Akademisi Başkanıydı. Aldığı komiser yardımcılarının % 41’ini FETÖ’den ben ihraç ettim…” ifadelerini kullanarak meselenin nerelerden kaynaklandığını ifade etmektedir.

Geçmiş dönemde Adalet bakanlığı yapan Bekir Bozdağ’ın Yargıtay’a seçilecek 130 Hakim için kullandığı, “Yargıtay’a seçilecek 130 hakim için cemaati 80 kişiye ikna ettik.” Sözleri bu şeytani yapının yargı içinde nasıl çöreklendiğini ifade etmeye yeter sanırım.

Geçtiğimiz günlerde Danıştay 5. Dairesi, FETÖ ile irtibat ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle meslekten ihraç edilen 450 ismin mesleğe dönmelerine, bir de bu isimlere tazminat ödenmesine karar verdi. Şimdi geçmişte yaşanan örgüt yapılanmalarını nazara alan hiç kimse bu kararın masum bir karar olduğunu söyleyemez. Zaten bu karar üzerine kendisine sorulan bir soruya cevap veren Cumhurbaşkanı, “Danıştay’ın aldığı bu karara da sessiz kalmamız mümkün değil. Nasıl ki Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bazı garip kararlarda Cumhur İttifakı olarak tepkisiz kalmıyorsak, bunda da sessiz kalamayız. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin almış olduğu bu kararları hazmedemiyorum. Danıştay zaman zaman yapıyor, bu tür kararlarla bizi rahatsız ediyor ama Anayasa Mahkemesi’nin sık sık bu tür kararları alması bizi ciddi manada rahatsız ediyor. Mesela Anayasa Mahkemesi bir de BTK’yla ilgili bir karar almış. Hani bunun neresinden gireceksin? Nasıl böyle bir karar alınır? Biz de bu işin üzerine üzerine giriyoruz, gideceğiz. Danıştay’da da bu işin yine aynı şekilde takipçisi olacağız.” Diyerek problemin kayanına işaret etti.

Danıştay 5. Dairesinin kararından sonra FETÖ elebaşı Gülen’in yaptığı sevinç içeren açıklamalarda meselenin ne derece ciddi ele alınmasını zorunlu kılıyor.

Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklama ise gerçekten “yok ya, bu kadar da olamaz?” denilecek cinstendi. Yaycı, 15 Temmuz’un kotarıcısı olduğu açığa çıkan FETÖ’cü Adil Öksüz’ün kuzeninin bir bakanlıkta başmüfettiş olarak görev yaptığını söyleyerek FETÖ ile mücadelede nasıl bir gaflete düşüldüğüne dikkat çekti:

“FETÖ’cü Adil Öksüz’ün kuzeni bir bakanlıkta başmüfettiş olarak görev yapıyor. Bu adam şuan devlet içerisinde teftişlerde bulunuyor. Türkiye Büyük tehlike ile karşı karşıyadır. Cumhurbaşkanı bu olaya el koymalıdır. FETÖ’nün yayınladığı atama emri hayata geçti. Düzen FETÖ’nün eline geçti. 15 Temmuz 2016 saat 20.30’a çok yaklaştık. Memleket çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya!”

Sadece bunlar değil, özellikle yargıda, üniversitelerde, mülkiyede ve birçok devlet kurumunda ne yazık ki FETÖKULLİ tezgahlar durmadan devam ediyor. FETÖ her yerde cirit atıyor.

Tam da bu noktada durup şunları sormak 1999 yılından beri bu şeytani yapıyla mücadele eden biri olarak sormak istiyorum:
Biz bu şeytani yapıya karşı hayatımızı ortaya koyarak niye mücadele ettik?

15 Temmuz’da 251 şehit niçin verildi? Binlerce insan neden yaralandı?

Devletimiz neden devlet için bu paralel yapının örgütlenmesine karşı yeterli tedbiri almıyor.

FETÖ ile mücadelenin sadece emniyet ve yargı kanalıyla verilemeyeceğini devletin büyükleri bilmiyor mu?

Neden siyasi, İslami, sosyal, kültürel, ekonomik vb. alanlarda topyekûn bir mücadele sergilenmiyor?

Emniyet ve yargıdaki bir kısım vatanseverlerin cansiperane verdiği mücadelenin yeterli olmadığını yapılan FETÖKULLİ işlerde hepimiz görüyor da niye mücadelenin alanını genişletmiyoruz? Yoksa buna engel olan ve partiler içinde çöreklenmiş siyasi FETÖ militanları engel mi oluyor?

Neden şimdiye kadar FETÖ İLE MÜCADELE ÜST KURULU kurulmadı? Acaba FETÖ hafife mi alınıyor? Yaşanan bütün olaylar FETÖ denen yapılanmanın arkasında CIA’nın olduğunu ve hafife alınamayacak kadar tehlikenin büyük olduğunu görmek için illa yeni bir 15 Temmuz mu yaşamak lazım?

FETÖ bugün sadece yurt içinde değil, yurt dışında da örgütsel faaliyetlerini durmadan devam ettiriyor. 160’tan fazla ülkede CIA himayesinde hayatiyetini devam ettiriyor. Türkiye’den kaçan örgüt militanları özellikle sosyal medyayı kullanarak her gün Türkiye aleyhinde çalışıyorlar.

Yapılacak iş bellidir. FETÖ ciddiye alınmalı ve büyük bir ciddiyet içinde yeni mücadele stratejileri geliştirmeliyiz. Aksi takdirde FETÖ denen şeytani yapı geri döner ve eskisinden daha kıyıcı olur.

Bugün başta devlet erkini elinde tutanlar dahil olmak üzere herkes büyük bir ciddiyetle FETÖ denen iblisi yapının yok olması için mücadele vermek zorundadır. Yoksa 15 Temmuz’da verdiğimiz 251 şehidin ruhunu incitiriz.

KÜBAYDER KURULDU

Küçükçekmece Bayburtlular Derneği Tanıtım Toplantısı Saruhan Restoranda Gerçekleşti

KÜBAYDER KURULDU

Haber: Selim Çoraklı

Ak Parti Küçükçekmece Belediye Başkan adayı Aziz Yeniay’ın da katılıp projelerini anlattığı toplantıya 30’den fazla dernek başkanı, STK başkanları, Bayburt ve Gümüşhane Federasyon başkanları, MHP ilçe başkanı, Ak Parti eski ve yeni İlçe başkanları, kadın ve gençlik kolları başkanları, Kızılay ve Yeşilay temsilcileri de katıldı.

Açılış konuşmasını yapan KÜBAYDER Başkanı Avukat Mustafa Sevim, derneğin kuruluş misyon ve vizyonunu açıklarken şunları söyledi: “Sivil Toplum Kuruluşlarını önemsiyoruz. Dernekler de toplumda önemli misyonlar üstleniyor. Küçükçekmece’de çok sayıda ilin derneği var. Bunların arasında Bayburt derneğinin olmaması bir boşluk meydana getiriyordu. Bizde bunu tamamlamak için harekete geçtik. Gayemiz diğer derneklerle beraber Küçükçekmece halkına hizmet etmektir.” 

KÜBAYDER’in kurulmasında her türlü desteği yapan GİYAD Başkanı Bayram Erdem ise, selamlama konuşmasında “Küçükçekmece’de dernekler önemli bir boşluğu dolduruyor. Halkımıza hizmette yarışıyorlar. Bu yarışa KÜBAYDER’in katılması bizi memnun etti.” Dedi.

Bayburt Dernekler Federasyonu Başkanı Hasan Saka, İstanbul’da Bayburt derneklerinin çoğalmasından memnun olduklarını belirtti. Milli ve manevi değerlerin yaşanmasında, birlik ve beraberliğin tesis edilmesinde derneklerin önemli olduğuna değinen Saka, hep birlikte bu ülkenin yönetimini milletini seven insanlara teslim etmek için gece gündüz çalışmamız gerektiği üzerinde durdu.

Gümüşhane Dernekler Federasyonu Başkanı Bayram Demir ise, derneğin kuruluşundan memnun olduklarını, Gümüşhaneliler olarak Bayburtlularla daima dostluk içinde hareket ettiklerini belirtti.

Ak Parti Küçükçekmece Belediye Başkan adayı olan ve 2004-2014 yılları arasında Küçükçekmece’de belediye başkanlığı yapan Aziz Yeniay ise konuşmasında kazanması halinde yapacağı projelerini anlattı. Küçükçekmece’de geçmişte on yıl hizmet ettiklerini, bu zaman içerisinde 400’den fazla tesisi Küçükçekmece’ye kazandırdıklarının altını çizen Yeniay, yeniden başkan olmaları halinde Küçükçekmece için 50-100 yıllık planlar yapacaklarını ve modern bir şehir oluşturmak için çalışacaklarını söyledi. “Yeni bir medeniyet ve yeni bir şehir kurmak zorundayız. Bunları geçmişte yaptık, bu dönemde de daha profesyonel yapacağız. Küçükçekmece’nin gelecekte bir bilim ve teknoloji merkezi olması için projelerimiz var. Bunu gençlerle birlikte şekillendirmeyi hedefliyoruz. Bu projelerimiz gençlerin potansiyelini ortaya çıkarmayı amaçlıyor. Bilim Vadisi projesiyle, gençlerin teknolojiye olan ilgisini teşvik edeceğiz. Geleceğin liderlerini yetiştirmek için önemli adımlar atmak zorundayız. Belediye ve gençler arasındaki iş birliğiyle, şehrin daha da ileriye taşınması ve toplumun her kesimine değer sağlanması için büyük bir adım atılıyor. Bu girişim, Küçükçekmece’nin sadece bugününü değil, geleceğini de aydınlatacak.” diyen Yeniay, gençlerin ve çocuklarımızın geleceği için buna mecbur olduğumuza dikkat çekti. Küçükçekmece’nin İstanbul’da yapı stoku olarak en kalabalık ilçesi olduğunu, bunların çoğunun bir depreme dayanıklı olmadığının belirten Yeniay, bunun için kentsel dönüşümün çok acil harekete geçirileceğini belirtti. Küçükçekmece’de ulaşımın probleminin çözülmesi içinde Raylı sistemlerin hızlı bir şekilde yerine getirilmesi gerektiğinin altını çizen Yeniay, bunun için Küçükçekmece’yi kazanmanın yanında İstanbul’u da muhakkak kazanmanın gerekliliğini vurguladı. Seçim çalışmaları sırasında yapılan silahlı saldırıya da değinen Yeniay, “Biz inanmış insanız. Kadere iman ediyoruz. Bu tür saldırılar bizi yolumuzdan asla alıkoyamaz. Hatta daha da kamçılar. Terörün maksadı halkın arasında korku meydana getirmektir. Biz millet olarak bu tür teröristlere asla boyun eğmeyiz. Bize yapılan bu saldırıyı başka taraflara çekenlerin maksadı bellidir.” Diyerek çalışmalarını daha da hızlandırdıklarını söyledi.

İstanbul ve Küçükçekmece’nin beş yıl kaybı olduğunu da belirten Yeniay, hem Küçükçekmece’yi hem de İstanbul’u kazanarak İstanbullulara hak ettikleri hizmetlerle yeniden buluşturacaklarının sözünü verdi. 

Toplantı sonunda Bayburt Dernekler Federasyonu Başkanı Hasan Saka Aziz Yeniay ile KÜBAYDER sekreteri Kaya Saruhan’a birer plaket takdim etti. KÜBAYDER başkan yardımcısı gazeteci yazar Selim Çoraklı ise kendi kaleme aldığı “Gülen’in Ağlattığı Müslümanlar, DARBELERİN EFENDİSİ HOCIA ve Muhsin Reis” isimli üç kitabını Aziz Yeniay’a takdim etti.

Küçükçekmece 7 Bölge 7 Renk Kadın Dayanışması Dernek Başkanı Sibel Kızılkan ise Aziz Yeniay’a kendi elleriyle yaptığı ay yıldızlı panoyu takdim etti.

Saruhan restoranda yapılan —KÜBAYDER tanıtım program sonunda katılanlarla beraber toplu resim çekildi. Aziz Yeniay kazanması halinde KÜBAYDER’in dernek binasının açılışını kendisinin yapacağı sözünü de verdi.

KÜBAYDER (KÜÇÜKÇEKMECE BAYBURTLULAR DERNEĞİ̇) TANITIM TOPLANTISINA KATILAN DERNEK VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI

1. Aziz Yeniay (Ak Parti Belediye Başkan Adayı)

2. Sami Şahin (Ak Parti İlçe Başkanı)

3. Av. Ekrem Sarısoy (MHP İlçe Başkanı)

4. Aykut Salih Arıkbuğa (Ak Parti İlçe Gençlik Kolları Başkanı)

5. Saliha Karadayı Deniz (Ak Parti Küçükçekmece Kadın Kolları Başkanı)

6. Av. Mustafa Korkut (Küçükçekmece Ak Parti İlçe Eski Başkanı)

7. Av. Mustafa Sevim (KÜBAYDER Başkanı)

8. Selim Çoraklı (KÜBAYDER Başkan Yardımcısı ve Telif Hakları Derneği̇ Başkan Yardımcısı)

9. Kaya Sarıhan (KÜBAYDER Sekreteri)

10. Fazlı Aydın (KÜBAYDER Kurucu Üyesi)

11. Mehmet Aydın (KÜBAYDER Kurucu Üyesi)

12. Emrah Aydın (KÜBAYDER Kurucu Üyesi)

13. Hasan Saka (Türkiye Bayburtlular Federasyonu Başkanı)

14. Bayram Demir (GÜDEF – İstanbul Gümüşhane Dernekler Federasyonu Başkan)

15. Bayram Erdem (Gİ̇YAD – Gümüşhane İktisadi̇ Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği̇ Başkanı)

16. Yalçın Kaya Böber (Küçükçekmece Giresunlular Derneği̇ Başkanı)

17. Halis Yılmaz (Küçükçekmece Ordulular Dernek̇ Başkanı)

18. Cemal Er (Küçükçekmece Bi̇tli̇s Ünaldi Derneğk Başkanı)

19. İlker Yasin Şahin (ERDER – Küçükçekmece Erzurumlular Dernek̇ Başkanı)

20. Özer Aydın: (KARDEF – Kafkas Artvin Dernekler Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi̇)

21. İsmai̇l Hakkı Çoban: (Konya Bozkır Vakfı Mütevelli̇ Heyeti ve Yönetim Kurulu Üyesi̇)

22. Mehmet Aslan (Küçükçekmece Konyalılar Dernek̇ Başkanı)

23. Mustafa Karakaş (Küçükçekmece Malatyalılar Derneği̇ Başkanı)

24. Ömer Yolcu (Küçükçekmece Şanlıurfa Hilvanlılar Dernek̇ Başkanı)

25. Sibel Kızılkan (Küçükçekmece 7 Bölge 7 Renk Kadın Dayanışması Dernek Başkanı)

26. Fatih Ersoy (Küçükçekmece Erzincan Dernek̇ Başkanı)

27. Fahri̇ Aydın: (İstanbul Küçükçekmece Giresunlular Dernek̇ Başkan)

28. Fatih Özçelik (Küçükçekmece Samsun Dernek̇ Başkanı ve Mahalle Muhtarı)

29. Bilal Duman (KÜSİ̇DER Yönetim Kurulu Üyesi̇ ve Sivas Suşehri̇ Derneği̇ Başkanı)

30. Cemil Özkanca (Küçükçekmece Bartın Derneği̇ Başkanı)

31. Selahattin Çelik (Bayburt Arpalı Kasabası Yardımlaşma Dernek Başkanı)

32. Hüseyin Doğan (Küçükçekmece Bartın Ulus Dernek Başkanı)

33. İlker Karataş (Küçükçekmece Amasyalılar Eğitim Kültür ve Dayanışma Dernek̇ Başkanı)

34. Nilgün Altınbaşak (Yeşilay Küçükçekmece Şube Başkanı)

35. Hayrettin Cantürk (Türk Kızılay Küçükçekmece Şube Başkanı)

36. Mustafa Er (Fetih 1453 Dernek̇ Başkanı)

37. Naser Serbest (Bi̇ İnsan Derneği̇ Başkanı)

38. Eyüp Astürk (İHH Küçükçekmece İlçe Temsilcisi̇)

39. Murat Gülep (Küçükçekmece İlim Yayma Cemiyeti̇ Şube Başkanı)

40. Murat Yılmaz (Ak Parti Küçükçekmece Belediye Meclis Üyesi Aday Adayı)

GÖNÜL VERDİĞİMİZ BİR GÜZEL ÜLKÜ

Abdurrahim Karakoç, “Bir Güzel Ülkü” isimli şiirinde,

“Ülkü demek makam, mevki, taç değil,

Ülkü demek totem, sembol, haç değil

Kul icadı kof ilkeler hiç değil,

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.” Diyerek gönül verdiği ülkünün özelliklerini uzun uzun anlatır.

Ülküsüne gönül vermiş, inancından taviz vermeyen, mazlumların yoldaşı, zalimlerin hasmı, menfaat uğruna kimseyi satmayan, bahane üretip davasını terk etmeyen ocak ruhlu yüzlerce ülkücü bu hafta Aydos Ormanlarında Erhan Öztunç’un misafiri oldu.

Ülkücülüğü makam, mevki, menfaat, taç, totem, içi boş kof ilkeler olarak görmeyen, MHP’yi baba ocağı bilen ve içlerinde 1980 öncesi cezaevi görmüş ülkücü hareketin öncülerinin katıldığı toplantı gönül verilen ülkü doğrultusunda yapılan konuşmalarla devam etti. 

“Orhan Çakıroğlu, Mustafa Verkaya, Hilmi Şahballı,  Ahmet Çakar, Faik İçmeli, Bozkurt Yaşar Öztürk, Erdem Karakoç, Üzeyir Polat, Kemal Akdeniz, Selim Çoraklı, Hayrettin Alp, Mustafa Dülger, Necati Coşkun, Ali Çakıroğlu, Y. Kürşat Yılmaz, Mahmut Yıldırım, Cemal Zehir, Murat Güler, Kahraman Dervişoğlu, Mustafa Can, Mustafa Seyhan,  Erhan Öztunç, Mustafa İlter, Ali Çakıroğlu, Çetin Atalay, Erdal Çakır, Talat Dursun, Niyazi Bulut, Yakup Köksal, Ahmet İnce, Ozay Çolak, Recep Atlı, Kenan Kenger, Selami Şişman, Osman Karaot, İbrahim Kabalak, Hayri Boz, Şükrü Kaya, Zeki Karaaslan, Yasin Şiir, Ömer Zor, Cevat Akkurt, Reşat Tabla, Neşat Uysal, Aziz Aydoğdu, Tuna Özyurt, Mustafa Koç, Kazım Küçük, Sıktı Akbal, Kadriye Uğur, Harun Eraslan, Bahattin Muzaffer Kardeş, İbrahim Çakıroğlu, Üzeyir Çakmaktaş, Serkan Yavuz, Yüksel Ayan, Mehmet Fennibay, Günay Laçin, Arif Savaş, Nejdet Yıldırım, İbrahim Çakıroğlu, Ahmet Tak, Cemil Erdönmez, Halil İbrahim Çakmak, Alpaslan Ekşi, Ömer Faruk Ekşi, Asım Çelik, Yaşar Çapraz, İbrahim Şengül, Hüseyin Kocaoğlu, Alpaslan Hoca, Celal Bayar, Ahmet Baykan, Salim Kılıç, İsmail İnan, İrfan Çakırca, Erol Güler.” Gibi isimlerin katıldığı toplantı Orhan Çakıroğlu’nun şehitlere saygı duruşu ve açılış konuşması ile başladı.

Orhan Çakıroğlu yaptığı konuşmada, toplantıların asıl amacının ocak ruhu çerçevesinde birlik ve beraberlik ruhunu diri tutmak olduğunu vurguladı ve konuşmasında özet olarak şunları söyledi:

“Bizi harekete geçiren aşktır. Aşk ülkücülükte yok olmuştur. Ülkücü aşk insanıdır. Aşık olmadan davasına karasevdalı ülkücülüğü anlayamazsınız. Ülkücü Resulün yolundadır. Ülkücü ocağın şahsiyetine erimiş kişidir. Ocak ruhunu kuşanmış Ülkücü teşkilatının emrindedir. Ülkücü yaşlanmaz. Zaman mekân bizi bağlamaz. Biz hep 18 yaşındayız. Bilindiği üzere Besmele 19 harf ile yazılır ve 18 okunur. Bu açıdan hepimiz ruhen 18 yaşındayız. Bizler kökü mazide olan atiyiz. Ülkücüler yürürken arkasında mezar taşıyan yiğitlerdir. Ülkücü vatanı için gövdesini siper edinendir. Bizler var olduğumuz günden beri ocağımızın erleri olarak varız. Biz davamızın önünde değil arkasındayız. Benliğimizi davamızın önüne geçirmeyiz. Bizimle uğraşanlar iflah olmaz. Ülkücü ve milliyetçi hareket Türk milletinin merkezidir. Ülkücülerin her biri isimsiz kahramanlardır.  Ülkücü beklentisiz kişidir. Ülkücü almaya değil vermeye alışmış, vatanı, milleti, değerleri için canını bile vermekten çekinmeyen kişidir. Ülkücü alkış beklemeden ileri atılandır. Bizler aynı pencereden bakan gönül dostlarımız. Bunun için biz ancak biz anlarız. Bu açıdan bu tür toplantıları devam ettirmeliyiz. Bu toplantıya katılan bütün ülküdaşlarım birer isimsiz kahramandır.”

Orhan Çakıroğlu’nun konuşmasının ardından söz alan Ülkücü yazar Selim Çoraklı, “Bu tür toplantılar ocak ruhunu diri tutuyor. İnsanlara metafizik gerilim kazandırıyor. Bu açıdan toplantıları çok önemli görüyorum ve bunları tertipleyen ülküdaşlarımı kutluyorum. Geçtiğimiz toplantıda Mustafa Verkaya reis bu tür toplantılarda toplantının ruhunu aksettiren şiirler okumamız gerektiğini konusunda bir isteğini belirtmişti. Ben de buna uyarak Abdurrahim Karakoç’un ‘BİR GÜZEL ÜLKÜ’ isimli şiirini seçtim ve okumak için söz aldım.” Diyerek adı geçen aşağıdaki şiiri okudu.

BİR GÜZEL ÜLKÜ

Yüreklerde kök bağlayıp yaşayan

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

Ezelden ebede müjde taşıyan

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Yesi’deki kutsal aşkın mayası

Malazgirt’te Alparslan’ın rüyası

Söğütteki has kilimin boyası

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Yunuslayın ‘Et-kemiğe bürünen’

Selim ruhta Yavuz serdar görünen

Şems misali cümle kirden arınan

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Bedenlerde Koç Köroğlu yüreği

Depreştikçe yakın eyler ırağı

İman kalesinin bayrak direği

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Riya duygusuyla dolup taşmamış

İlimden, irfandan uzaklaşmamış

Benlik çamuruna ayak basmamış

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Dedem Korkut töresiyle töreli

Edep, ahlâk, sevgi, saygı sıralı

Kırk yıl önce,  aklım erdi ereli

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Her kapıda bir hesaba girmeyen

İnancından zerre taviz vermeyen

Dost alnına kara leke sürmeyen

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Mazlumun yoldaşı, zalimin hasmı

Kendine put yapmaz heykeli, resmi

Hak’tır, adalettir, rahmettir ismi

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Bu ülkü candadır, sokakta yatmaz

Güneştir, bir doğdu, bir daha batmaz

Menfaat uğruna kimseyi satmaz

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Şiddeti, kavgası, kanı olmayan

İçinde öfkesi, kini olmayan

Sonsuza uzanan, sonu olmayan

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Bedir’den Bizans’a akıp gelen o

Küfür setlerini yıkıp gelen o

İlâhî kaynaktan çıkıp gelen o

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Sinan’da estetik, Itrî’de ahenk

Sebillerde hayat, kubbelerde renk

Hanefi’de ilim, Barbaros’ta cenk

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Nizam-ı Âlem’dir Hakkın sözü bu

Söylediğim cümle sözün özü bu

Tek damlada umman eyler bizi bu

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Ülkü demek makam, mevki, taç değil,

Ülkü demek totem, sembol, haç değil

Kul icadı kof ilkeler hiç değil,

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Taze filiz vermiş Edebali’yle

Çiçeklenmiş Hacı Bayram Veli’yle

Ulubatlı Hasan’daki hâliyle

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Şehitlerin kanlarıyla ıslanan

Destan olup maveradan seslenen

İmamoğlu, Önkuzu’yla beslenen

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Türk’e ihsan olmuş Kavm-i Neciplik

Boş hayâldir bu şerefe rakiplik

Hayatlar gergeftir, ameller iplik

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

×××

Ne yazdımsa inanç, ahlâk, örf ile

Postaladım gönül denen zarf ile

Anlatılmaz yirmi dokuz harf ile

Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

Daha sonra söz alan ülkücü hareketin liderlerinden ve MHP eski milletvekili Ahmet Çakar ise Türklerin ve hususi olarak ülkücülerin misyonunu şöyle açıkladı:

“Bizi bir araya getirenlere teşekkür ederiz. Geçmişte ben konuşurdum Çakıroğlu dövüşürdü. Şimdi o hatip olmuş. Güzel konuştu. Davamızı özetledi. Bu dava Türk milletinin varlık davasıdır. Türklerin ilahi bir misyonu vardır. Bunu anlamadan ülkücüleri anlayamayız. Türklerin misyonu Maide 54. Ayette açıktır. ‘Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.’ Maide 54. Ayetin ruhunu anlayamayan ülkücülüğü anlayamaz. Türk milliyetçilik kökse Ülkücülük onun karesidir. Türk hep kendini başkalarını korumakla yükümlü görmüştür. Türk zalimlere karşı zorlu ve onurlu, müminlere karşı ise mütevazıdır. Ülkücü insan bu misyonu üstlenmiş kişidir. Bizler geçmişte küresel emperyalizme karşı mücadele verdik. Şehit verdik, gazi verdik, işkencelerden geçtik ama dimdik ayakta kaldık. Siyasi arenada ülkücü hareket ocağıyla, partisiyle hep var olmuştur ve olacaktır. Ülkücü hareketin ana karargâhı MHP’dir. Değişik bahanelerle baba ocağını terk edenler bir gün mutlaka geri gelecektir. Bizler ilahi görev için merkezde sebat etmeliyiz. İlahi misyon için buna ihtiyacımız var.”

Ahmet Çakar’dan sonra söz alan ve fırtınalı yıllarda MHP’nin eğitimciler kadrosu içinde bulunan Faik İçmeli de, bu tür toplantıları tertip edenlerin büyük bir misyonu yerine getirdiği üzerinde durdu ve sözlerini şöyle tamamladı: “Ülkücü hareket çok bedel ödedi. Şehitler verdi, gaziler verdi. Ama hiçbir zaman karamsar olmadı. Dimdik ayakta kaldı. Bugün MHP’nin 55. Kuruluş yıldönümü kutlandı. Bu hususta Sayın Bahçeli’nin konuşması harikadır. MHP’nin 55 yıllık mazisi tertemizdir. Bu temiz maziye sahip çıkmak için birlik ve beraberlik ruhunu diri tutmalıyız. Bu hususta hepimize önemli görevler düşüyor.“

21. Dönem MHP İstanbul Milletvekilliği yapan eğitimci Bozkurt Yaşar Öztürk ise, konuşmasına Erhan Öztunç’un yaptığı “Afganistan’daki Türkler” isimli çalışmasına destek verdiğini, bu çalışmalar sırasında Turan ülküsünün nasıl dirildiğini yakından müşahede ettiğini söyledi. Bir eğitimci olarak gençlerin içinde bulunduğu tehlikelere dikkat çeken Öztürk özetle şunları dile getirdi: “Ülkemizin bekası için bir ve beraber olmak zorundayız. Bizler daima ‘Bir olalım, iri olalım, diri olalım.’ Diyen Başbuğun yolundayız. Birbirimize saygı beslemek zorundayız. Sevgide serbestlik saygıda mecburiyet vardır.  Birini değişik gerekçelerle sevmeyebilirsin ama saygılı olmak zorundayız. Ülkücüler birbirlerine karşı saygılı olmalıdır. Bugün gençliğimiz sahipsiz, biz ülkücüler gençliğimize sahip çıkmalıdır. Bu hareketin partisi MHP’dir. Parçalanmadan hareketimiz sahip çıkmalıyız. 3 Hilali mahzun bırakmayacağız.”

Toplantıda söz alan 1980 öncesi ülkücülerinden Mahmut Yıldırım ise Türk milliyetçiliğine vurgu yaptı ve konuşmasını, “Bugün hepimiz ‘Başbuğ gelse ne derdi?’ diye düşünüp öyle hareket etmeliyiz. Bu harekette şehitler hariç kimsenin üstünlüğü yoktur. Türk milliyetçiliği Ülkücü ruhla anlaşılır. Gerisi anlam kazanamaz ve başarısız olur. Milliyetçilik bilinç halidir. Ülkücülük bu bilincin kimlik kazanmış halidir.” Sözleriyle özetledi.

Ülkücü hareketin önemli isimlerinden ve Ocak başkanlarından Erdem Karakoç ise, ülkücülerin kardeşliğinin öneminden bahsetti ve sözlerini şöyle özetledi: “Ülkücüler kardeştir. Birbirimizden üstünlüğünün yoktur. Ancak abilerimizin buradaki varlığı bize güç veriyor.  Bizim çizgimiz başbuğum çizgisidir. Ocağımız Ülkü Ocakları, partimiz MHP’dir. Bu çizgideki herkesi sevgiyle kucaklıyoruz. Ülkücüler Türk milletinin bekası için vardır. Varlığımız Türk varlığına emanet olsun.”

Daha sonra söz alan ve bu tür toplantıların devam etmesinde önemli bir misyon üstlenen ülkücü hareketin duayenlerinden Hayrettin Alp ise, “Bu tür toplantıların varlığı Orhan Çakıroğlu ve Mustafa Verkaya gibi ülkücü abilerimizin ateşiyle devam ediyor. Onlar ocak ruhunu diri tutmak için ellerinden gelen gayreti sarf ederek bize liderlik yapıyorlar. Bu toplantılar önce on kişi, sonra yirmi, sonra otuz şimdilerde ise yüzlerce kişiyle gerçekleştiriyoruz. Birlik ve dirlik içinde hareketimize katkı sağlamaya gayret ediyoruz.“ şeklinde özetlenen konuşmasını ardından gür sesiyle “KORKUN DÜŞMANLAR KORKUN.” İsimli kahramanlık içeren bir şiir okudu.

Toplantıda son olarak söz alan ozanımız Hilmi Şahballı ise “Birlik varken körlük niye?” diyerek birlik ve beraberlik ruhunu ayakta tutan bir konuşma yaptı. “15’inde bir güzele tutuldum” isimli şiirini ülkücüler için yazdığını dile getiren Ozanımız Şahballı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli için bestelemiş olduğu “Devlet Geliyor Devlet” adlı eserini bütün salonla beraber okudu.

Ülkücü hareketin partisinin MHP ve Liderinin de Sayın Devlet Bahçeli olduğunu vurgulayan Şahballı, Hilal kaşlı yiğitlerin bir gün mutlaka ülkenin yönetiminde olacağını “Gelmeli, gelmeli, gelmeli yar” isimli eserini okuyarak dile getirdi.

Ozan Şahballı son olarak yüz milyonlarca kişi tarafından izlenen meşhur “Vıttırı vızdık adamlar.” Türküsünü okudu.

Toplantı sonrası toplu resim çektiren ülkü yüklü yiğitler hep bir ağızdan, “Kürşad’ın narasıyla indik tanrı dağından” marşı okudu.

ÖLMEMEYE ÇAREN Mİ VAR?

 “Her canlı ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmran, 185)

İnsanlık düşünce tarihini en çok meşgul eden dört soru var soru var:

“Ben kimim?, Nerden geldim?, Niçin geldim?, Nereye gidiyorum?”

İnsan bu sorulara aklını, mantığını ikna edecek cevaplar bulursa bu dünyada huzur içinde yaşar.

Geldik ve gidiyoruz. Ölüm denen bir kapı bizleri bekliyor. Oraya gitmemek kimsenin iradesinde değil. Ayetin ifadesiyle “Her canlı ölümü tadıyor.” Bu açıdan hayatın en büyük gerçeği ölümdür dersek mübalağa etmemiş oluruz. Zaten hayatın var olması ölümü de gerekli kılıyor.

“Allah, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 2)

Ölümü ve hayatı yaratan Allah (cc) bu iki mühim gerçeği idrak etmesi içinde insana akıl denilen bir latife vermiş. Hakkıyla çalıştırıldığında aklın ilk bulacağı ilk cevap hayatın ve ölümün mahiyeti olacaktır.

Peki, insan olarak bizler ölümsüz iki gerçek olan hayatın ve ölümün mahiyetini biliyor muyuz?

Ölüm ötesi hayatta bizleri neyin beklediğinden haberimiz var mı?

Zahirine bakıldığında ölüm alabildiğine ürkütücüdür. İnsanın sevdiği her şeyden ayrılması kolay değildir. İnsanın bütün sevdiklerinden ayrılması nasıl ürkütücü olmasın?

Ölüme, ruhun bedeni terk etmesi ya da insanın bu dünyadan ayrılması olarak baktığımızda alabildiğine ürkütücü görünür.

Peki, bu ürkütücü hâdisenin, ölümün çaresi yok mu?

Meseleye iman gözüyle bakmasını bilmeyen felsefî ve beşeri ideolojiler için ölümün çaresi yok. Ölüm onlar için bir yok oluş, bitiş, tükeniş, dağılma, inhiraf, inkıraz!

Ya inanan insan için nedir ölüm? İnanan insan ölüme çare bulmuş mudur?

Bu soruya evet diyebilmek için elbette Allah’(cc)ın Kelâmı olan Kur’an-ı Kerim’e bakmak gerekir.

Evet, Kur’an’a baktığımızda ölümün çaresinin daha ilk insan ve ilk resul olan Hz. Âdem (as) ile ilân edildiğini görüyoruz.

Bu çare, hayata, ölüme ve ölüm sonrasına iman nazarıyla bakmaktadır.

İman insana uzun bir yolculuğa çıkmış yolcu nazarıyla bakar. İnsan bir yolcudur. Allah’ın ilminden ruhlar âlemine, ruhlar âleminden anne karnına, anne karnından çocukluğa, çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan ölüm ve kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Bütün bu hayatlarda kendisine lâzım olacak olanlar, Malikü’l-Mülk olan Allah (cc) tarafından kendisine verilmiştir. Fakat insan o verilen malzemeleri ya cahilliğinden ya da gafletten dolayı tamamen bu fani hayata sarf ediyor. Hâlbuki kendisine verilen malzemelerin en az onda birini dünyevî hayata, dokuzunu ise baki hayata sarf etmesi gerektir.

“De ki: ‘Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz, O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma, 8)

Ölümden kaçış yoktur ve şimdiye kadar kimse kaçamamıştır. Bu da bundan sonra da kimsenin kaçamayacağını açık biçimde göstermektedir. O halde insana düşen ölümden kaçmak yerine onun mahiyetini anlayarak rahata kavuşmaktır.

Kalbini ve kafasını tevhit inancıyla dolduran bir insan için ölüm bir bitiş değil başlangıç, yok oluş değil gerçek vatana kavuşmadır. Sevdiklerinden ayrılış değil, önden giden sevgililere kavuşmadır. İman nuru ile bakan insan ölümü gerçek âlem olan ahiretin kapısı olarak görür. İman nazarıyla bakıldığında dünya ise, bütün şaşaasıyla, ahirete nispeten bir zindan hükmünde kalır

Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde ölüme giden binlerce insan cenazeleriyle “ Ölüm Haktır” hükmünü ispat ediyor ve insanların nazarına gösteriyorlar. Bütün insanlar bir araya gelse ölümü öldürebilmeleri mümkün müdür? Madem ölümü öldürmek mümkün değildir. O halde ölüme hazırlıklı olmak gerekir.

Ölüm insana Allah (cc) dedirtir. Ölüm anında “Allah Allah” yerine; hangi top, hangi tüfek, hangi dünyevî mal ve mülk yaşanan sıkıntıları giderebilir? Ölüm gelirken düşülen ümitsizliği kim mutlak bir ümide çevirebilir?

Madem ölüm var, kabre girilecek; bu geçici hayat gidiyor, ebedi bir hayat geliyor. Bir defa dünya malı için çalışılırsa; bin defa hatta milyon defa ahiret için çalışmak ve ölürken Allah diyebilmek gerekmez mi?

İnsan iman nuruyla ölüme baktığında zahiri olarak görünen o ürkütücülük yerini derin bir teslimiyete bırakıyor ve ölümün mahiyeti de değişiyor.

Niyet ve nazar eşyanın mahiyetini değiştiriyor. Ölüme bakış açısı da onun ürkütücü mahiyetini değiştirir ve insana şöyle bir bakış açısı kazandırır:

“Ölüm, zahiri olarak ürkütücü görünse de hakikati öyle değildir. Gerçek âlem olan ahiretin giriş kapısıdır. İman edenler için külfetli bu dünyadaki vazifelerden ve sorumluluklardan kurtulma noktasıdır. Kendisini yaratan Rabbine kavuşmaktır. Ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilâkis rahmet ve saadetin bir başlangıcı nazarıyla bakmak gerektir. İman ehli için ölüm, rahmet kapısıdır. Dalalet ehli için, ebedi bir karanlıklar kuyusudur.”

İnanan insan ölümün bu yüzünü gördüğünde, “Ölümü öldüren Rabbe secdeler olsun.” diyebilir.

Evet, ilk insan ve ilk Resul olan Hz. Âdem (as) ile ölümün mahiyeti değişmiş ve inanlar için ürkütücü olmaktan çıkmıştır. Ölümün çaresi hayatın ve ölümün mahiyetine iman nazarıyla bakmaktır.

Ölümden asla kaçış yoktur. Şimdiye kadar da kimse kaçamamıştır. Öyleyse kaçışı mümkün olmayan bu hayatın en büyük gerçeğinin mahiyetini bilerek ona hazırlanmalı değil miyiz?

Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak Kıyamet Günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim Cehennemden uzaklaştırılıp Cennet’e konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir…” (Al-i İmran, 185)

Ölüm hayattan daha büyük bir gerçek:

“Biz Allah’ın kullarıyız ve ona döneceğiz.” (Bakara 156)

Sırası ve vakti gelen için ne bir dakika ileri, ne bir dakika geri kalmak mümkün değil…

İnanan insan için hiçbir şey tesadüf değildir. Her şey, hatta yere düşen bir yaprak dahi sınırsız ilim, nihayetsiz kudret sahibi Basir (Her şeyi gören) ve Sem’i (Her şeyi işiten) Allah (cc) tarafından yaratılır. Bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “ol” der, o da aldığı emri hızla yerine getirerek oluverir. Hayat O’nun “Hay” isminden geldiği gibi ölüm dahi “Mümit” isminin bir eseridir. “Yani, hayatı verdiği gibi ölümü veren de O’dur.”

Hayatı verene teşekkür eden inanan insan, gerçek yurdun kapısı manasına gelen ölümü verene de teşekkür eder.

Kur’an birçok ayetiyle inanan insana ölümün tıpkı hayat gibi bir nimet olduğunu beyan eder. İman insana ölümün gerçek mahiyetini gösterir ve mana olarak şöyle der:

“Ey insan! Ölümden korkma. Çünkü ölüm seni bu fani hayattan alarak ebedi bir âleme götürür. Ölüm; idam, hiçlik, yokluk, ebedi ayrılık ve tesadüf değildir. Ölüm her türlü fiilin faili Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından gerçekleştirilen bir mekân değiştirmedir. Ebedi saadet tarafına doğru bir yolculuktur. Senden önce giden dostlarının, sevdiklerinin toplandığı yer olan Berzah âlemine açılan kapıdır. Onun için ölüm denilen gerçekle yüz yüze geldiğiniz vakit feryat edip ümitsizliğe düşmeyiniz. Çünkü sizin zerre kadar iyiliğiniz de kötülüğünüz de yazılıp, muhafaza ediliyor. Bu dünyadaki imtihanınız bitti, çektiğiniz zahmetiniz sona erdi. Ölüm ötesi hayat inanan insanlar için rahata ve rahmete kavuşma yeridir.”

Büyük şair Allâme İkbal’in ölüm hakkında söyledikleri de muhteşemdir:

İnanan için ölüm yoktur. Ölüm dünyadan ahirete doğma vaktidir. Ölüm dediğimiz hadise mekân değiştirmek ise, biz buradaki ölümümüzle dördüncü mekânımızı değiştiriyoruz. Zira Allah’(cc)ın ilminden Kudretin tecellisi ile önce ruhlar âlemine, oradan anne karnına, oradan dünyaya doğduk. Sonunda da dünyadan ahirete doğuyoruz.”

Ölüm mekân değiştirme ve doğum ise, niçin korkalım ki?

Ölüme gerçek âlemin kapısı olarak bakan için en güzelini büyük şair Necip Fazıl demiş:

“Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber.”

Evet, ölüm hiç güzel olmasaydı, Resulullah (sav) ölüm denilen o kapıdan geçer miydi?

Resul de olsa ölümsüz değildir. Ayet bize bu muhteşem hakikati çok açık biçimde tebliğ ediyor:

“Biz senden önce de hiçbir beşere dünyada ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar baki mi kalacaklardır?” (Enbiya, 34)

“Ecel takdir edilmiştir, zamanı değişmez.” Zamanı gelince ne bir dakika ileri ne bir dakika geri kalmak kimsenin elinde değil. O zaman bize düşen, Rabbimizin emanet olarak verdiği bu hayatı, O’nun yolunda harcamak, nihayetlendirirken de O’nun yolunda harcamasını bilmektir. Allah (cc) yolunda ölmek ise ölümlerin en güzeli olan şehitliği kuşanmaktır. Zaten şehitliği kuşananlar için ölümün olmadığını, şehidin ölümsüzlük kazandığını ayet bize haber vermiyor mu?

“Allah yolunda öldürülenlere ölüler etmeyiniz. Zira onlar diridirler ve Rableri katından rızıklanırlar.”

Şair ne güzel demiş:

“Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm;

Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm?”

Ölüm, inanan insanlar için bir nasihattir. “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok çok zikrediniz.” diyen Resulullah (sav) ölümden ibret almamız gerektiğini bizlere öğüt verir.

Baştan beri zikrettiğimiz hakikatler ışığında baktığımızda ölüm inanan insan için bir mekân değiştirmeden başka değer ifade etmez. Bunun için ölüme mertçe bakmasını bilenler bu dünyada da şerefle yaşamasını bilenler arasından çıkmaktadır.

Ölüm aynı zamanda insanlık için büyük bir nimettir. Çünkü ölüm, ebedi saadetin başlangıcı olduğu için nimet sayılır. Nimetin başlangıcı da nimettir. Ölüm, zararlı ve yırtıcı hayvanlarla dolu bir hapisten geniş bir sahraya çıkmak gibidir. Bunun için ruh, ceset kafesinden çıkarsa kurtuluşa erer. Eğer ölüm olmasaydı, yeryüzü insanları kaldıramazdı ve insanlar müthiş perişanlıklara maruz kalırdı.

Evet, her gün çevremizde gördüğümüz gibi ihtiyarlık yüzünden öyle bir dereceye gelenler var ki, hayat yükünü kaldırmaya gücü yetmediklerinden daima ölümlerinin bir an önce gelmesini isterler. Sadece bu bile ölümün ne büyük bir nimet olduğunu gözler önüne sermeye yeter.

Aklı başında olan insan, ne dünya işlerinden kazandığına sevinir ve ne de kaybettiği şeye üzülür. Zira dünya durmuyor yaratıldığından beri hiç durmuyor. Her gün inmesi gereken yolcularını boşaltıp yenilerini alıyor. Bütün insanlar da bu dünya bineğinin yolcusudur ve durakları geldiğinde onlar da inecektir. İnsanın baki ömründeki göreceği rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde çalışmalarına bağlıdır.

İnsana nasihat edici olarak neredeyse her gün karşılaştığımız ölüm yeter. Her canlının eceli bellidir. Vakti gelince ne bir dakika ileri ne bir dakika geri kalır.

“Onlar için bir ecel tayin ettik ki onda hiç şüphe yoktur.” (İsra, 99)

“Her canlı ölümü tadacaktır. Sonunda bize geleceksiniz.” Enbiya, 35)

Not: Ölüm hayatımızın merkezinde kol geziyor.Son bir ay içinde sevdiğim üç insanı gerçek âleme yolcu ettik. 1980 öncesi Maltepe askeri cezaevinde hapis arkadaşım olan Kazım Ayaydın ile ölümünden bir hafta önce Bursa gezisinde beraberdik. Yine çok sevdiğim arkadaşım, adam gibi adam Of’lu Necmettin Sarıcalıoğlu’nun ani ölümü ile sarsıldık. Ardından bana göre ülkemizin yetiştirdiği en büyük âlimlerden, sosyologlarından biri olan ve sohbetlerinden, kitaplarından çok yararlandığım Orhan Türkdoğan aramızdan ayrıldı. 1997 yılında “Niçin Milletleşme” isimli kitabına yazdığım uzun eleştiri yazısına bir âlim tavrıyla cevap vermiş ve bu tartışmamız Kitap Dergisinde yayınlanmıştı.  Rabbim hepsinin mekânını cennet eylesin. İyi insanlardı. Dünya kaybetti, ahiret kazandı.

ÜLKÜCÜ BİRLİK RUHU PENDİK’TE PARLADI

Birlik ve beraberlik içinde “Ocak ruhunu” diri tutmak için uzun zamandır her hafta bir araya gelen ve ağırlıklı olarak Taşmedreseli / Yusufiyeli Ülkücülerin katıldığı toplantı bu kez Pendik Gülistan Cafede gerçekleşti.

Ülkü Ocakları İstanbul eski başkanlarından Orhan Çakıroğlu’nun ev sahipliğinde bir araya gelen yüze yakın çile çekmiş ülkücünün ortak gayeleri ülkemizin büyük bir cendereden geçmeye çalıştığı bir dönemde milli ve manevi değerlerin yönetimde ve toplumun her kesiminde hâkim hale gelmesiydi.

Toplantıya katılan ve fiziki yaşları 60-80 arasında bulunan çile çekmiş ülkücülerin ruhen 18 yaşında olduklarını vurgulamaları halen ocak ruhunun dipdiri olduğunu gözler önüne serdi.

Orhan Çakıroğlu yaptığı açılış konuşmasında birlik ve beraberlik içinde ülkenin kalkınması için Ülkücülere ihtiyaç duyulduğunu, bunun için illa resmi bir görev gerekmediğini, her ülkücünün bu vatanın gerçek sahipleri olarak her zaman ve zeminde ülkesi için milli ve manevi nesiller yetiştireceğini ve kalkınması için artıdeğer üreteceğine inandığını açık biçimde deklare etti.

Toplantıya cezaevi çıkışlı ülkücülerden başka çok sayıda ülkücü işadamı, öğretim üyesi, avukat, Ülkü ocaklarında ve MHP’de geçmiş dönemde ve halen başkanlık yapmış çok sayıda ülkücü katıldı.

Orhan Çakıroğlu,  Mustafa Verkaya, Erdem Karakoç, İbrahim Kabalak, Celal Bayar, Selim Çoraklı,  Ekrem Taşçı, Kemal Akdeniz,  Fehmi Gökçegöz,  Mustafa Seyhan, Mustafa Dülger, Ahmet İnce, Abdullah Sapan, Yılmaz Timur, Kemalettin Sami Güner, Hayrettin Alp, Muradi Güler, Mustafa Can, Hakkı Kurtuluş, Asri Uzun, Kahraman Dervişoğlu, Hayati Sabri Çakıroğlu, Gökmen Kantar, Musa Çakıroğlu, Ercan Tezsatar, Seyfi Çakıroğlu, Ömer Öztürk, Ahmet Özaçar, S. Sami Çakıroğlu, Ahmet Altınöz, Ali Örmez, Selman Çınar, Muhammet Dabakoğlu, K. Kemal Özışık, Nizamettin Şahin, Adnan Uygunlar, Ahmet Kara, Hasan Yazıcı, Yüksel Şimşek, Hasan Denizhan, İbrahim Serindağ, Hacı İlhan, Sinan Gedik, Ahmet Tat, Ahmet Akar, Barbaros Demirbaş, Halit Topyay, Ömer Özkaş, Ertam Peker, Zeki Gürsu, M.Akif Türker, Yüksel Piroğlu, Ahmet Baykan, Coşkun Abaylı, Hüseyin Kocaoğlu, Mustafa Koç, Erhan Öztunç, Erol Güler, Niyazi Bulut, Murat Demiray, Hakkı Avcı, Süleyman Gölebatmaz, Metehan Yurtbaşı, Metin Elçi, Süleyman Akbaba, Bilal Esen, Erol Güler gibi ülkücülerin katıldığı toplantı herkesin kendini kısa olarak tanıttığı ve fikrini beyan etmesiyle devam etti.

Taşmedreseli Selim Çoraklı’nın yaptığı yemek duasıyla sona eren toplantıdan sonra toplu olarak hatıra fotoğrafı çekildi.